Burak SOYER
30.03.2023
Hayranlıktan Nefrete Batı’nın Osmanlı Açmazı:
VENEDİK VE BÂB-I ÂLİ
Fransız tarihçi Lucette Valensi’nin yazdığı, “Venedik ve Bâb-ı Âli”, 16. ve 17. yüzyılda, Batı’nın Doğu’yu “temsil eden” Osmanlı İmparatorluğu’na karşı hissettiği hayranlığın ince ince nasıl nefrete dönüştüğünü Venedik sefirlerinin tuttukları raporlarla “içeriden” anlatan tarihi roman tadında bir kitap.
“Kitap bizi Osmanlılarla olan ilişkimiz bakımından, başka ölçü ve boyutlarda kendine çekiyor. Bu bağıntı bir soruda kendini gösterebilir: Osmanlı gerçeği üstüne yapılan genel algılarımız, bu gerçeğe tanım ve ifade sağlamış mıdır? Osmanlı gerçekleri ya da bir devlet önünde, kitaba konu olan Venedik sefirleri de alındığında, ayrıcalıklı bir konuma sahip miyiz? Kitap okununca böyle görülmekte. Venedikli en başta aka ak, karaya kara demeyerek ayrı olduğunu gösteriyor. Bir başka kültür akılcılığından süzülünce, Osmanlı üstüne kurulu anlam alışkanlıklarımız biçim ve renk oyunlarıyla başkalaşıma giriyor. Osmanlı konusunda bir öz-sorgulama, toplumsal bir öz-sorgulamanın er ya da geç ortaya çıkacağı düşüncesi pekişiyor. Bir hakseverlik sorgulamasının üstündedir bu, Osmanlı devleti bir açık deniz, bir göl değil. Yakın bakmalı. Tarih, insanın ağır ve sürekli başkalaşması. Aynı kalma, kaybedilmeyen bir izlenim. Değişim bilinciyse, ardı gözükmeyen bir zaman dilimi. Osmanlılar kendi içlerinde farklı; çağdaş Türkle aynı insan değil. Soy ve dil, aynı tarihe bağlı olduğumuzu belirtirken, zorunlu olarak yanılgı doğuruyor. Örneğin XVI. yüzyıl ve XVII. yüzyıl Osmanlısı dünyaya, halklara, diğer uluslara, sorunlar ve çözümlere yaklaşırken içinde bulunduğumuz zihinsel şekillenmeleri yaşamıyor,” diyor Fransız tarihçi Lucette Valensi, Ketebe Yayınları’ndan Turgut Arnas çevirisiyle yayınlanan “Despot’un Doğuşu” alt başlıklı “Venedik ve Bâb-ı Âli” kitabında. 1936 yılında Tunus’ta doğan Valensi, Sorbonnne’da tarih eğitimi almış. Fransa’nın en önemli okullarından biri olan Ecole des Hautes Etude en Science Sociales’de öğretim görevlisi olarak dersler veriyor. Anti-kolonyalizm, Oryantalizm, İslam ve Batı konularında çalışmalar yürüten Lucette Valensi’nin kitaptaki amacıyla çevirmen Turgut Arnas’ın yukarıdaki notlarının uyuştuğunu anlıyoruz. Valensi, 16. ve 17. yüzyıllarda iyiden iyiye şekillenen Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgili tutumunun bir hayranlıktan nefrete dönüşürken geçirdiği süreci Venedik büyükelçilerinin 1503-1641 yılları arasında yazdığı raporlarla onların gözünden, içeriden anlatıyor.
“Venedik ve Bâb-ı Âli”, Batı’yı temsil eden Venedik’le Doğu’nun temsili olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bir kafa kafaya gelmesinin resmi bir anlatısı esasında. Sultan da dahil olmak üzere tüm tebaasıyla “devlet”i varlığın en üst basamağına yerleştiren Osmanlıların “devlet”i orada tutmak için kendi içinden başlayarak dünyaya yayılan “tiranlığının” Batı dünyasına, “Doğu despotizmi” olarak nasıl yansıdığının izlerini sürüyor. Bu ayrışmada İslam ve Hıristiyanlık da elbette ister istemez karşı karşıya geliyor. Tiranlıkla despotluk yine “devlet” noktasında birleşiyor ve Batı’nın hem hayranlık hem de şaşkınlık duyduğu yer tam olarak da burası.
Kitapta yer alan büyükelçilerin notlarını buraya sığdırmak mümkün olmadığından son sözü, özetin de özeti niyetine yine Turgut Arnas’a bırakalım. Çünkü onun bu yorumu sadece bu kitap özelinde değil, genel olarak Osmanlı temel “harcıyla” ilgili fikir vermesi açısından da önem arz ediyor: “Osmanlı’da Venedikliyi etkileyen şey: “düşünce ve amaç birliği”, unanimitas. Ona göre devlete gücünü veren bu birlik. Bu şaşırtan birlik olgusu, Osmanlı Devleti’ni bir Leviathan olmaktan uzaklaştırıyor. O salt şiddetin hüküm sürdüğü devlet değil. Şiddet, Devlet’in simgelediği bir yeryüzü düzeninin tehlikelerinden arındırılmasıdır. Osmanlı Devleti üç kıtanın şiddet yükünü bir İmparatorluk düzeninde susturuyordu. Bu nedenle, devletle şiddet, yaşam ve ölüm gibi birbirine geçmiştir. Konsensus ölüm önünde bile yitirilmek istenmez. Venedikli için bir başka anlaşılmaz bu: “Vezirler kaçıp kurtulmak yerine, uslu uslu boyunlarını uzatıyorlar.” Osmanlı Devleti’nde ölmek bir olay değil, bir yazgı.”