YAZARLAR SÖYLEŞİYOR:
Uğur Demircan ile "Kilim"i konuştuk.
Plüton Yayınları etiketiyle yakın zamanda ilk kitabı yayımlanan
yazar Uğur Demircan, "Yazarlar Söyleşiyor"a konuk olarak,
Figen Yıldız'ın sorularını yanıtladı.
Olmazsa olmaz sorulardan bir tanesiyle başlamak istiyoruz. Kendinizi nasıl tanımlarsınız; kimdir Uğur Demircan?
Okula başlamadan çok önce okumayı yazmayı öğrenmiş bir çocuk Uğur Demircan. Hayatı anlamlandırma çabasına erken girişmiş, öğrenmeye aç, algıları açık, gözü hep dış dünyada bir çocuk. Yaşı kırk altıya geldi, aklı hâlâ yapamadıklarında. Milyonlarca benzerinden farklı olmayı istiyor galiba. Ölüp gidince de hatırlanacak bir şeyler peşinde, karınca kararınca.
Uğur Demircan neden yazmayı seçti?
Küçük yaştan itibaren okumayı hep çok sevdim. TRT’deki Öğretmen programını izleyerek öğrenmiştim kendi kendime. İlkokulda gidilen kütüphane gezisinde örnek olarak üye yapılan, sınıftaki hızlı okuma yarışmalarında, okul çapındaki şiir okuma yarışmalarında hep birinci bir çocuk... Neden okuduğumun sebebi dünyayı mümkün olduğunca geniş çaplı öğrenmek sanırım. Neden yazdığımın sebebi ise onu biraz olsun düzeltmek, istediğim hale getirmek belki de. Realist edebiyat sevsem de azıcık değiştirmenin, eksiklikleri, bozuklukları ‘göstererek düzeltmeye çalışmanın’ kimseye bir zararı olmaz herhalde.
Sanatın ve edebiyatın sizin için anlamı nedir? Ayrıca kendi edebiyatınızı nasıl tarif ediyorsunuz?
Bir önceki soruyla paralel, sanat ve edebiyat yaşamın içindeki tümsekleri düzlemeye, aksak yönleri tamir etmeye yardımcı olabilmeli, en azından farkındalık yaratabilmeli diye düşünürüm. Tabi, kör gözüm parmağına yapılan işleri oldum olası sevmem, bilhassa kurgu bir metinde sezdirme yolu ile anlatılmalı bazı şeyler. Anlatılmalı ki dikkati çeksin, dikkati çeksin ki düzeltmeye bir adım daha yaklaşılabilsin. Benim edebiyat anlayışımda bu, zaman zaman kendini gösterir. Dediğim gibi, sezebilen için ve yazabildiğim kadar tabi.
Coğrafya ve güncel konular kaleme aldığınız öykülere, karakterlerinizle kurduğunuz ilişkiye nasıl yansıyor?
Coğrafya doğrudan yansır elbette. Genetik kodlarımız doğup büyüdüğümüz yere ve içinde yaşadığımız topluma göre şekillenir. Yazdıklarımıza yansır bu da. Karakterlerim tanıdığım insanlardır zaman zaman. Birkaçının birleşimidir çoğu kez. Güncel konular ise hemen hemen hiç yansımaz benim kurgularıma. Değişmeyen insan hikâyeleri peşindeyim çünkü. Daha zamansız konularla, zamansız öyküler yazmak dileğindeyim. Çok nadirdir yazdıklarımda cep telefonu, whatsapp vb güncel imler. Para miktarı bile geçirmemeye çalışırım içinde. Yüz yıl sonra da aynı hisle okunsun istiyorum ayıp değil ya!
Yaratım sürecinizi; bir olayı yazma fikrinden başlayıp onun okura ulaştığı zamana kadar ki süreci özetleyebilir misiniz?
Gençlik yıllarımda çok şiir yazardım. Bir şiire tek bir dize ile başlardım, arkası çorap söküğü gibi gelirdi. Öyküler tam olarak böyle olmasa da onlarda da bir ilham noktası var elbette. Hiçbir zaman masaya oturup “şunu içeren bir öykü yazmalıyım” diye başlamadım. Bende böyle çalışmaz en azından. Aklıma bir tema, bir fikir ya da bir cümle geliyor ve kafamda kısa bir tretman hazırlanıveriyor kısa süre içinde. O an hemen o fikri bir yere kaydediyorum. Yataktan kalktığım çok olmuştur. Üç beş cümlelik bir özet gibi düşünün. Sonu bile belli oluyor çoğu kez. İşte o özet not bazen ertesi gün bazen altı ay sonra genişleyip öyküye dönüşüyor.
Okura hemen ulaşmıyor tabi. Ben öyküyü eskitip, kendim bile unutup başkasının öyküsünü okur gibi okumadan, defalarca rötuşlamadan görücüye çıkarmam genelde. Şu an yazdıklarım var, uzunca bir süre hiçbir mecraya vermem. İlla ki fark etmediğim bir pürüzü vardır. Şu an yayımlananlar belki üç, dört yıl önce yazdıklarımdır.
Kilim, Yük Edebiyat’ta parça parça tefrika edildi. İlk kez Anadolu’yla tanışmış, öğretmenliğe yeni başlamış biri Özer Öğretmen. Bize biraz tefrika sürecinden ve Özer Öğretmen’den bahseder misiniz?
Şimdi kitap olarak sevdiğimiz birçok eser okuyucusuyla gazetelerde tefrikalar halinde buluşmuş malum. Biz de Yük Edebiyat’ın ikinci sayısından itibaren bu geleneği sürdürmek, Türk edebiyatına aciz bir katkı sunmak amacıyla Kilim’i yayınlamaya başladık. Zaman içinde kendi okurları oluştu, dergi içinde beklenen bir köşeye dönüştü tefrika bölümü. Çıktılarını alıp biriktirenler oldu. Kitaplaşması sürpriz olmadı aslında.
Özer Öğretmen öğretmeye giden aynı zamanda kendi öğrenen, gördüklerine şaşıran, bunları bildikleriyle karşılaştıran, düşünen ve dönüşen biri. Başka bir yere, başka türlü hayatlar yaşayan insanların arasına giden hepimiz gibi aslında. Şahit olduğu aşk ile kendi geçmişindekini kıyaslayan, hızla büyüyen bir genç aynı zamanda. Belki de bu yüzden sevildi okurlar tarafından. Özellikle küçük yerlerde öğretmenlik yapmış kişilerden gelen tepkiler çok olumlu. Bu konuda çok memnunum. Yazma sürecinde sevdiğim bir arkadaşıma dönüşmüştü Özer. Ama yazardan arkadaş olmayacağını da kitabın sonunda anlamıştır herhalde :)
Özellikle öykülerde Anadolu’nun az yer alması, köy anlatılarının tercih edilmemesi gibi bir durum var. Bu bakış açısını doğru buluyor musunuz? Ekolojik edebiyat, köy yaşantısı, Anadolu gözü, gerçeği özellikle öykülerde daha çok yer almalı mı?
Bir edebiyat sitesinde Kilim’in çıkış noktası hakkında bir anımı paylaşmıştım. İçinde köy geçen öykülere burun kıvıran, üstencil bakışlı insanlar var edebiyat camiasında. Bazıları karar verici noktadalar üstelik. Onlardan biri ile yaşadığım bir mail yazışması/restleşmesi sonucu Kilim’i yazmaya karar verdim sanırım. Kendiliğinden gelişti hatta. Kent bizimse köy de bizimdi çünkü. Kent büyüyerek, köy küçülerek de olsa hâlâ mevcudiyetlerini koruyorlardı. Köylü değilim, ilçede doğup büyüdüm ama bir noktada hepimiz benzer yerlerden geliyoruz. Bağlantıyı kesemeyiz. Coğrafyamızda çok önemli yer tutar. Tabii edebiyatımızda da böyle olacak. Kentsoylu bohem tiplemelerin kişisel sorunları ve ruhsal hezeyanları hakkında yazmak bazılarını çok mutlu ediyor olabilir ama bu hepimiz için geçerli değil.
Anadolu’yu tanımaktan öteye geçelim. Bir yazarın kendini tanıması, alt yapısını zenginleştirmesi açısından “okumak” eyleminin hayatında kapladığı yer çok önemli. Hatta belki de kendini hiçbir zaman yeterli görmemek… Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yazarın alt yapısının zengin olması onun kalemini nasıl etkiler?
Önce neyi öğreniriz, okumayı mı yazmayı mı? Karşıda bir takım semboller vardır, senden onların anlamlarını bilmen beklenir. Bu, okumaktır. Çok zaman geçmeden aynı sembolleri sen de çizersin ki bu da yazmak oluyor. Demek ki yazmak için evvelâ okumayı öğreniyoruz. Bu dediklerim ilkokul zamanında tabi. Yetişkin yaşlarda öykü, roman yazmak için neden farklı bir süreç gereksin peki? Okumadan yazılır mı? Yazıyorlar ama. Peki, yazılırsa ne olur? Şu oluyor; bir insanın yeterince okumadığı, yazdığı öyküden, paragraflarından, cümle yapısından belli oluyor.
Kendini tanımak öznel bir eylem, kim yeterince kendini tanıyor, bunu ancak olaylara yaklaşımından, insanlara davranışından anlayabiliriz. Yansır çünkü. Bir de yazdıklarından işte... Dergiciliğin insana kattıklarından biri de bu: İlk paragrafta anlayabiliyorsunuz karşınızdakinin ne kadar okuduğunu.
Bize biraz Yük Edebiyat’tan bahseder misiniz? Nasıl kuruldu, Yük Edebiyat fikri kimden, nasıl ortaya çıktı? Edebiyat dergileri arasında oluşturduğu yeri nasıl buluyorsunuz?
Emrah Kurul teklif etti. Önceleri epey olmazlandım. Vakit bulamayız diyordum. Sonra bir gün tamam dedim ve başladık. Tamam dememin dayanaklarından biri de metinlerini okurla buluşturma ihtiyacı içindeki yeni yazarlara bir kulvar daha açmaktı. Bunu başarabildiğimizi düşünüyorum. İkinci yılımızda geldiğimiz noktada, e-dergiler içinde adının anılması bir yana, “Yük’te yer verildiyse iyidir” algısı oluştuğuna defalarca şahit olduk ki asıl gurur duyulacak konu bu bizce. Çoğu öykünün önce bize gönderildiğini, bizde yeterli olumlu oy alamadıktan sonra başka mecralarda yayınlandığını gördük. Elektronik edebiyat ortamları içinde ilk tercihlerden birine dönüşmek tesadüfen olmadı elbette. Romancı, öykücü, şair, eğitimci yedi kişilik bir yayın kurulu gelen her eseri isimsiz olarak okuyup tartıştı, fikir teatisinde bulundu ve yedide dört olumlu oy verdiyse yayınlandı. Bunun hiçbir istisnası olmadı, bununla gurur duyarız. Emrah Kurul, Ömer Kaya, Rabia Uğurlu Doğan, Huban Seda Aras, Turgay Yıldırım ve Figen Savi ile yakın zamana dek Hüseyin Kılıç ile çok iyi sayılar çıkardık. Hüseyin, işleri nedeniyle kuruldan ayrılsa da Bay Taban köşesini birlikte yapıyoruz hâlâ.
İlk kez bir öykü, şiir, deneme yazan, yazmaya heves eden birine Uğur Demircan’ın tavsiyeleri nelerdir?
Yazarlıktan önce okur olmaları, yazarken okumayı bırakmamaları, yazmayı bıraksalar bile okumayı bırakmamaları.
Yıllar boyu okumadan, fikrî ve edebî altyapınızı güçlendirmeden kısa sürede yazar olmaya çalışmak sizi gülünç durumlara düşürebilir. Yazın ama yazdıklarınızı hemen yayımlanması için göndermeyin. Amiyane tabirle demlenmeye bırakın. Üzerinden defalarca geçilmemiş, sağı solu düzenlenmemiş bir metin çiğdir. Lütfen acele etmeyin. İlk yazdığınız her şey size çok güzel gelir, bu bir yanılsamadır. Kendinizi yenin, metninizi unutun, sonra tekrar okuyun. O zaman çapaklar, pürüzler gözünüze çarpacaktır.
Uğur Demircan, Kilim, Roman, Plüton Yayınları, 2023
Söyleşi: Figen Yıldız