04.05.2021
SİHİRLİ CÜMLELERİNİZ VAR MI?
Sizce edebiyat tek yönlü müdür? Romanoku.org yazarlarından Ayşegül Atılgan’la son zamanlarda en sık tartıştığımız konu başlıklarından biri bu olmuştur. Ayşegül kaygısını, “Edebiyat tek yönlü olmamalıdır bence,” diye ifade ederken yaptığımız tartışmaların beni beslediğini fark etmem biraz da konuyu bu noktaya getirdi. İnsanlığın farklı tema ve bakış açılarına olan ihtiyacını edebiyatın çok yönlü olması karşılamıyor mu zaten? Tam da bu yüzden konu ne kadın olmak ne de ünlü bir romanın zaman, mekân ya da karakterini analiz etmek oldu. Bu kez iletişim kazalarına sebep olan stres konusunu yine bir kitaba sırtımızı yaslayarak düşünelim istedim: Şiddetsiz İletişim-Bir Yaşam Dili, Marshall B.Rosenberg.
Stresli durumlarda insanlarla nasıl iletişim kurarsınız? Sihirli bir telkin sözcüğünüz var mı? Benim yoktu. Kimi zaman şiddetsiz iletişim dilini bilinçsizce uyguladım. Kurumsal çalışma hayatında (özel ya da kamu kurumu diye ayırmadan) ya da kişisel yaşam alanında başarabildiğim kadar tabii! Bu durumun başlıca temel nedeni “kurum kültürü ya da toplumsal dil” diye çeşitlendirebilirsiniz fakat yine bana göre iş bireyin kendisinde başlıyor. Amerikalı klinik psikolog Marshall B.Rosenberg tarafından ortaya atılan “şiddetsiz iletişim” kavramının temelinde kendine ve diğer kişilere şefkat mantığının olduğunu söylemem pek de yanlış bir tanım olmayacaktır.
Şiddetsiz iletişim, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1960’lı yıllarda okul ve kamu kuruluşlarında ırkçılık sebebiyle yaşanan çatışmalara barışçıl çözümler üretmek üzere başlatılmış. Daha sonra geniş kitlelere yayabilmek adına Rosenberg ve ekibi 1984 yılında “Şiddetsiz İletişim Merkezi” kurmuşlar. (https://www.nonviolentcommunication.com) Rosenberg, şiddete barışçıl seçenekler sağlayacak yeni iletişim biçimlerine ilgi duymasını daha küçük bir çocukken Detroit şehrinde, çatışmanın neredeyse hiç sonlanmadığı bir yerde büyümenin etkisi olduğunu kitapta yaşadığı olaylarla açıklamıştır. Yaşadığı yere ve olaylara rağmen bu çabası beni ayrıca etkilemiştir. Peki, nedir bu şiddetsiz iletişim biraz bunun üzerine konuşalım.
Rosenberg’e göre şiddetsiz iletişimin dört öğesi: Gözlem, duygu, ihtiyaç, istek/rica’dır. Kendimizi bu dört öğeyi içerecek şekilde ifade etmeli ve bu dört öğe aracılığıyla karşımızdakini empati yoluyla dinlemenin altı çiziyor. Zor şeyler mi gerçekten? Rosenberg şiddetsiz iletişimin bileşenlerini açarken ilkini “değerlendirme yapmadan gözlem yapmak” diye belirtmiş. Gözlem ve değerlendirmenin birleştiği durumlarda insanların eleştiri duyma ihtimallerinin de yüksek olacağını eklemiş. Rosenberg “Nadiren benim istediğimi yapıyorsun” cümlesini değerlendirme diye açıklarken “son üç seferdir bir etkinlik yapmak için önayak oluyorum, sen katılmak istemediğini söylüyorsun” cümlesinin gözlem içerdiğini belirtmektedir. Ya da “Buraya sık sık gelir” bir değerlendirme cümlesiyken, “Buraya haftada en az üç kez gelir.” cümlesi gözlem içermektedir gibi…
Düşünüyorum da biri bana “Kötü bir yazarsın,” diye söylese muhtemelen bu cümleye direnç gösterirdim. Bunun yerine “Son dört aydır üzerinde konuşulup tartışılacak gerçekçi öyküler yazmıyorsun,” demesi sabit bir genellemeden kaçınılan bir cümle olduğunu düşündürürdü. Bu durum karşımdakiyle olan iletişimi sekteye uğratmadığı gibi iletişimin sağlıklı bir yönde ilerlemesinin ilk adımı olurdu diye düşünüyorum.
Şiddetsiz iletişimin ikinci bileşeni yine Rosenberg’ e göre: Hissettiklerimizi ifade etmektir. Bir dönem hissettiklerimizi ifade etmek konusunda Facebook bilinçsizce yardımcı olmaya çalıştı, ne dersiniz? Öfkeli hissedenler, mutlu hissedenler hatta şaşkın hissedenlerin durum paylaşımlarıyla doluydu sosyal medya bir dönem. Bizim bilgilerimizi, hislerimizi anlamaya çalışan algoritma istemeden duygularımızı ifade etmemize belki yardımcı oldu? Rosenberg’in deneyimlerine göre bazı meslek gruplarının hisleri ifade etmeyi onaylamadığı yönündeydi. Avukatlık, polislik, şirket yöneticiliği ve askerlik gibi meslekleri örnek vermesi bana okurken hayli ilginç bir durum saptaması gibi gelmişti.
Rosenberg şiddetsiz iletişimin üçüncü bileşenini ise “duygularımızın ardındaki ihtiyaçlarımızın farkına varmak” olarak diye belirtmiş. Bu bölümü hayatımda pratiğe dökerken zorlandığımı itiraf etmeliyim. Okumakla hayata dâhil etmek gerçekten birbirinden farklı durumlar. Kitapta ücretsiz yemek dağıtılan bir aşevinde gönüllü olarak çalışan şiddetsiz iletişim öğrencisi olan kadının kendinden yaşça büyük bir iş arkadaşıyla olan diyaloğu örnek verilmiş. İş arkadaşı gazete okurken, “Bu memlekette gayrimeşru çocuk doğuranlar yeniden damgalanmaya başlamalı” diye hararetle bir cümle kurmasıyla diyalog başlamış. Genç kadının karşı tarafın bu ifadesine kızmak ya da sessiz kalıp susmak yerine “ilk kez bir görüş ayrılığını dürüstlük ve karşılıklı saygı ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde ilerlemesi” olarak iletişim sürecini tanımlamış.
Rosenberg kitapta diğer bileşenleri açıklamaya devam ederken şiddetsiz iletişimin iki yönünü geniş başlıklarla açar: Dürüstlükle ifade etmek ve empatiyle anlamak. “Tüm bunlara rağmen iç dünyamızda da kendimize karşı şiddetli davranıyorsak başkalarına karşı şefkatli olmamız zordur.” diyor Tam kilit noktanın bu durum olduğunu düşünüyorum. Bu bileşeni kendimden bir örnekle açmak isterim. Eskiden bir arkadaşımla buluşacağım zaman tahammül edemediğim şey karşı tarafın gecikmesinden kaynaklı bekletilmem olmuştur. Aslına bakılırsa kızdığım şey karşı tarafından gecikmesi de değil kendi ertelediğim durumların bana yarattığı stres duygusuydu. Hayat telaşı içinde ertelediklerimi fark etmemle bir müddet sonra karşı tarafın gecikmesine takılmamaya başladım. Bu ihtiyacımı anladıktan sonra arkadaşımın gecikeceği bir yarım saatlik zaman diliminde ben de ertelediğim bir oyunun biletini alıyordum veya tek başıma deniz havasının tadını çıkarmayı özlediğimi fark ettiysem o boşluğa kendi ihtiyacımı gidermeye ayırıyordum. Fakat karşı taraf bunu alışkanlık hâline getiriyorsa rahatsızlığımı dürüstçe ifade ediyordum.
Kitapta en ilginç bulduğum bölümse “Çatışma Çözümü ve Arabuluculuk” oldu. Göçmen işçiler ve toprak sahipleri arasındaki iletişim çözümü, şirket içinde moral ve verimliliği etkileyen huzur bozucu çatışma ortamlarına yönelik yaptığı iletişim çalışmaları ve iki Afrikalı kabile arasındaki yaptığı arabuluculuktan Rosenberg’in örnekler vermesi şiddetsiz iletişimin mümkün olduğuna beni inandırdı.
Öğretmenlerde öğrencilere, üst düzey yöneticilerden mavi yaka çalışanlarına kadar herkesi ilgilendiren ortak bir konu. Şu dönemlerde malum hepimiz stresliyiz. En azında bu zor koşullarda yapıcı bir dil kullanarak birbirimizi anlamaya çalışmak şiddetsiz iletişimin başlangıcı olabilir. Sizce de öyle değil mi?