SALGIN GÜNLERİNİN ROMANI : KÖRLÜK
Görkem Yıldırım DÜZEN
15.08.2020
Portekiz asıllı olan Jose Saramago Nobel ödülü de almış dünyaca ünlü bir yazar. Körlük adlı romanı ile tanıdığım Saramago, bu romanında gerçek üstü yaşananları çarpıcı şekilde gerçeğe yakın bir halde anlatan ve adeta okura yaşatan, aynı zamanda yaptığı betimlemeler ile kendine hayran bırakan bir isim. Körlük, bir solukta okunabilen akıcı bir anlatıma sahip olsa da kitabı hazmedebilmeniz için zamana ihtiyaç duyuyorsunuz. Mesela sıklıkla kendinizi roman kahramanlarının yerine koyuyorsunuz. Yazar, daha sonra bu romanın devamı niteliğinde olan “Görmek” adlı romanı kaleme almış. Bu roman da ayrıca bir yazı konusu olacak, üzerine düşünülecek derinlikte bir kitap. Sonraki yazılarımız için bunu da buraya not düşmüş olalım.
Kitabın büyüsünü bozmamak adına, meraklı okuyucular için kısaca romanın içeriğinden bahsedebiliriz. Şehirde aniden bir körlük salgını ortaya çıkıyor ve bu salgın insandan insana bulaşarak tehlikeli bir hâl alıyor. Hükümet derhal salgına yakalanan kişileri hastanede karantinaya alıyor. Eşini karantinada yalnız bırakmamak için kendisinin de kör olduğunu söyleyen göz doktorunun eşi sayesinde hastanede karantina sürecinde neler yaşandığını öğrenebiliyoruz. Karantinada hastalar için yemek, su, temizlik malzemeleri ve yatak dahil her şey kısıtlı olarak temin ediliyor. Romanda karantina altındaki insanların sınırlı sayıda yemek, su, yatacak yer gibi temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir ortamda nasıl davrandıklarını görüyoruz. Hayatta kalmayı başaranlar ise, birlikte hareket edebilenler oluyor.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyararşisinin en başında, “nefes almak, yemek, su, boşaltım, cinsellik, uyku ve sağlıklı metobolizma” gelir. Peki ya bu ihtiyaçlarımız karşılanmazsa? Aç kalırsak, susuz kalırsak, temizlik ürünleri yeterince olmazsa nasıl davranırız? Bunlar size de tanıdık geldi mi? Yaşadığımız covid-19 salgınında marketlerde yaşanan tuvalet kağıdı kavgaları, fırın önlerindeki sıra kavgalarını hatırlatıyor değil mi? Her ne kadar hayat her birimizin önüne türlü zorluklar çıkarsa da bu denli bir korku ve endişe yaşamamıştık sanırım hiçbirimiz. Yaşadığımız bu zamanda, hayatta kalma adına bastırılan o korku insanın gerçek doğasını da gün yüzüne çıkardı. Çünkü korku ve panik halinde zekanın bir etkisi yoktur. Zeka ne yazık ki insan doğasını geçersiz kılmaz. İnsan, rutin yaşamının yarattığı konforun dışına çıktığında endişelenmeye başlar. En olmadık şekilde market sırasında bir başkası ile eyleminin sonucunu düşünmeden ölümüne kavga edebilir. İşte Körlük’ün anlattığı şey tam da budur. Kaos ortamında korku benliğinizi esir alır ve siz artık eski siz olamazsınız.
Latince bir cümle olan homo sum humani nihil a me alienum puto sözünde (insanım ve insana dair hiçbirşey bana yabancı değil) der. İnsanız ve yaşadığımız bu salgın sürecinde yaşanan hiçbir kargaşa aslında bize de yabancı değil. İnsanlar, rutin ve steril yaşamında hiç de tasvip etmediği birçok olumsuz davranışı panik ve korku anında gösterebilmektedir. İnsan evladının doğa karşısında ayakta kalma savaşını kazanmasındaki itici güç, korkudur. Ancak bugün yaşadığımız dünyada örf, adet, hukuk kuralları ve uluslararası sözleşmeler bize insanî çizgimizin sınırlarını hatırlatır. İnsanın gelişmişlik düzeyini hukuk kurallarının da ötesinde insan haklarına saygı düzeyi belirler.
Dünya Sağlık Örgütü yaptığı açıklamada, “Virüsün panzehiri küresel birlik ve beraberliktir.” demiş. Bu salgın ve bu romandan alınacak en önemli ders, ötekinin hakkına saygı duyarak ve birlikte hareket ederek ancak hayatta kalabileceğimizdir. Kurallara uymanın hayatımızda ne kadar önemli olduğunu hatırladığımız günler yaşıyoruz. İşte bu zorlu geçen karantina günlerinde yaşama sımsıkı sarılalım.
Gelecek güzel günler yakın …