Dicle SAĞLAM
07.05.2021
Marina Abromoviç: SANATÇI ARAMIZDA
Performans sanatı, 60’lı yıllarda resim çizmeye tepki olarak doğmuştur ve o yıllardan günümüze dek değişmeyen tek soruyu da beraberinde getirmiştir. Performans bir sanat mıdır yoksa değil midir? Tiyatrodan, resimden, şiirden ve müzikten onu ayrı tutan ve üstelik sanat olarak görülüp görülmemesini de tartışmaya açan neydi peki?
2012 yılında dünyaca ünlü performans sanatçısı Marina Abramoviç’in yaşamından önemli kesitlere ve skandal yaratan işlerine odaklanan bir belgesel: Sanatçı Aramızda
Belgesele bu ismin verilmesinin sebebi ise onun, 2010 yılında ‘Museum Of Modern Art’’ (bilinen kısa adıyla MoMA) da gerçekleştirdiği performanstır. Günlük en az 7 saat olacak şekilde, sanatçı hiç kıpırdamadan bir sandalyenin üzerinde oturmuş ve karşısındaki sandalyeye de, bu eşsiz sessizlik şölenine katılmak isteyenler ile birlikte uzun süren bakışların, ağlayışların ve tebessümlerin olduğu görüntülerle, müthiş bir performans çıkmıştır. Karşılıklı oturmuş ve birbirine bakan iki insanın gözlerinde adeta bakışın yükü vardır.
Performansı bir sanat dalı olarak benimsemeyenlerin, saatlerce oturmanın basit bir iş olduğunu düşünmelerine sebep olmuştur. (Oysa ki basit sözcüğü, karmaşık olmayan demektir ve fazlasıyla göreceli olan bu sözcüğün, kişiden kişiye değiştiğini unutmamak gerekir.) Bu düşüncelere karşı Marina Abramoviç’in belgeselde söylediği şu cümle, ortada fazlasıyla yoğrulmuş bir emek ve ustalık olduğunu ortaya koymaya yetiyor:
İnsanlar, en zor şeyin neredeyse hiçbir şey yapmamak olduğunu anlamıyor.
MoMA’daki gösteriyi güzel yapan bir diğer önemli nokta ise, Marina’nın karşısına oturan her kişiye büyük bir saygı ve dikkatle bakmasıydı. Sanatçıyla derin bakışmalar sırasında pek çok kişinin ağlamalarına da şahit oluyoruz belgeseli izlerken.
MoMA’daki gösteriye gelene dek, önceki yıllarda gerçekleştirdiği, hatta çoğunu, büyük aşkı Ulay ile birlikte gerçekleştirdiği pek çok performanstan da kesitlerle ve yaşamının en güzel sırlarıyla bezeli bu belgesel, büyük bir takdir ve coşkuyla izleniyor.
Hazır sır demişken, performanslarının özünün, hatta kendi yaşamının özü de olan şu cümlesi ile, onun sanatının bir nebze de olsa hakkı teslim edilmelidir:
Acı çekiyorum ama sanki sır tutmuş gibi çekiyorum. Acının kapısından içeri girdiğinizde, bambaşka bir ruh haline bürünüyorsunuz.
Sır dolu bakışların yükü ile Marina’dan bu denli söz etmişken, biricik aşkı Ulay’ın, onun yaraları için sarf ettiği sözler ise acının çevresinde turlayıp, öze dokunmamasını bize çok iyi özetler:
Yaralarını emmedim ama iyileştirmeye çalıştım. Temizleyip, üstlerini kapattım. Sanırım önemli olan da buydu.
Marina Abramoviç’in hayatı ve sanatı, hatta yaptıklarının bir sanat olup olmaması tartışıladursun, özellikle hayatının aşkıyla birlikte imza attığı işleriyle, pek çok kişiye ilham olduğu/olacağı aşikar.
Keyifli seyirler...