Ali BEKTAŞ
MADAM BOVARY
“Yasakları yaşamak ve tatmak mutluluğun en başta gelen reçetesiydi.”
Evet, hiç eskimeyen ve her devirde sevilerek okunan Madam Bovary’den bahsetmek için bu alıntıyla başlamak en doğru yol olacaktır. Toplum tarafından belirlenmiş değerlerin üzerine basa basa yürünen yasak taşlardan örülü sokaklar gelir aklıma Emma’nın olduğu cümleler kurabilmek için. O sokaklar ki insanın canını acıtır, o sokaklar ki hiçbir yere varmaz. O sokaklara ve sokaktakilere küfretmek, onları ayıplamak, dışlamaksa en kolay yoldur. Oysa kitaplar bizlere o sokakları ve sokaktakileri göstererek onları anlamamız, onlara yarenlik etmemiz için vardır. Yasakları yaşayan ve tadanları anlarken onların incittiği, ezip geçtiği ruhları da anlamamız kaydıyla tabii.
Gustave Flaubert’in ilk romanı olan Madame Bovary 1857 yılında yayımlanmış ve toplumun ahlaki ve dini duygularına hakaret ettiği gerekçesiyle yasaklanmış, ancak daha sonra bu yasak kaldırılmıştır. Bugün ise 2020’ye sayılı günler kala başka bir coğrafyadan başka bir insan tarafından okunup incelenebilmektedir. Ne mutlu ölümsüz kitaplara ve yazarlara!
Derinlere inerek her bir karakter üzerinden uzun bir değerlendirme yapmak isterim ama sayfaları çok uzatmamak adına sizlere bu klasikten genel olarak bahsedip sizlerin yorumlarını da görmek beni mutlu edecektir.
Charles kendi halinde, çizdiği küçük dünyanın sınırlarında başarılı olmaya çalışan bir kasaba doktorudur. Ailesi sebebiyle evlendiği ilk kadın ölmüştür ve yaşamı sorguladığı bir ızdırap çemberinin içinde debelenmektedir. Ta ki iyileştirdiği bir hastasının güzel ve iyi yetiştirilmiş kızı Emma’ya aşık olana dek. Ona duyduğu hayranlık ve tutkunun hiç eksilmediği, bir kasaba doktorunun taşıyamayacağı kadar ağır yükler altına girmek zorunda kalsa da onu sevmekten geri durmadığı bir hikayenin iflah olmaz aşığıdır Charles.
"İnsan, hiçbir şeye karşı ilgisi, hiçbir şeyden umudu kalmayınca,
hayatın her gün değişmeyen tekrarı altında ezilir."
Emma Bovary; monoton günlerle dolu baba evinden ayrılışıyla birlikte yeni bir sıkılganlığın kucağına düşmemek için direnen, ömrünü arayışlarla, beklentilerle, hayallerle tüketen ve Flaubert’in bu klasik eserine konu olan mutsuz bir kadın hikayesinin unutulmaz kahramanı. Emma’yı bize tek kelimeyle özetle deseniz hiç düşünmeden “arayış” diyebilirim. Aşkı, hayali, umudu, mutluluğu, gücü arayış. Bitmeyen arayışları karşısında kaybettiği servetine, tutkularına, gençliğine rağmen verebileceği tek şey olan hayatını da ortaya koymaktan vazgeçmeyen bir arayış.
Onun bu arayışlarını, zayıflıklarını, ihtiraslarını, başka başka kollarda aradğı yasak aşkları görmeyen/göremeyen/belki de görmek istemeyen Charles ise mutluluğu Emma’da bulduğuna inanan, küçük dünyasında onunla mutlu kalmaktan başka bir düşünce taşımayan çaresiz ve fazlasıyla saf bir kişiliktir. İyiliği,saflığının gölgesi altında kaybolup giden bir kişilik. Kendisiyle olmasını dünyanın en büyük hediyesi kabul ettiği biricik karısına tutkusunu hiç kaybetmeyen, çocuklarına ve annesine bağlı, hastalarına duyarlı; gözünü yükseklerde aramayan, kıskançlık duygusunu hiç tanımamış, ama kendisini yenilemeyi aklına dahi getirmeyerek kendi sonunu hazırlamış bir insan. Evet, Charles’i tanımlayacak en güzel tek kelime bu: “İnsan”
Kitapta ana karakterler kadar yan karakterler de canlı, heyecanlı ve cüretkâr. Madam Bovary hakkında yapılan bazı incelemerde kitapta çok fazla betimleme olduğu, konunun çok uzatıldığı gibi eleştiriler görüyorum. Bence bu kitap bahsi geçen eleştiriler dikkate alınarak yazılmış olsaydı o zaman bize böylesine etkileyici karakterler sunamaz, her bir karakteri içselleştirmemizi sağlayamazdı. Dolayısıyla da neredeyse üzerinden 2 asır geçmiş olmasına rağmen yeni yazılmış gibi okumamıza sebep olmazdı.
Kitabın toplumun ahlaki ve dini duygularına hakaret ettiği gerekçesiyle yasaklanmasına sebep olan ana unsur her ne kadar Emma ve onun yasak aşklarının sarsıcı hikâyesi gibi görünse de bana göre ana unsur; Eczacı karakteri üzerinde yoğunlaşan ve onun dönemin din adamlarıyla girdiği açık yürekli tartışmalarıdır. -Ki itiraf etmeliyim ki kitabı okurken en çok gülümsediğim ve eczacıyı alkışladığım bölümler de buralar oldu. Romanla ilgili altı çizilesi bir konu da yüzyılların geçtiği ama aslında çok şeyin değişmediği hususudur. O dönemlerde de binbir türlü hile ile işlerini yürütenleri, tefecileri, zenginleri-yoksulları görüyor ve eğitimli insanların (Charles gibi) bu şarlatanlara nasıl mahkum olduğunu üzülerek okuyoruz.
Okunacak çok kitap, gidilecek çok yol, yaşanacak sınırlı bir ömür var. Ben de Madam Bovary ile geç tanışanlardan oldum. Bilgi Yayınevi’nin son dönemlerde çok güzel çevirileri ve kapaklarıyla klasikleri yeniden karşımıza çıkarmasına daha fazla kayıtsız kalamadım. Bu roman da Lütfi Sungur’un sağlam çevirisiyle su gibi akıp gitti. İnceleme yazısını daha fazla geciktirmemek adına sizlerle paylaşmak istedim ve hem bu kitap hem de gelecek kitaplar için çok yakında youtube videolarımızla da sizlerle olacağımızı duyurabilirim. Tekrar görüşene dek, edebiyatla kalın :)
“Gerçekten de gece, lamba yanıp rüzgâr camları sarsarken, bir kitap alıp ateş başına oturmaktan daha güzel bir şey var mıdır?”