Ayşegül ATILGAN
09.05.2021
KİM O?
Geceleyin bir ses böler uykumu
Öğlen olmuştu, gözlerini açamıyordu. Pencereden içeriye süzülen gün ışığı odanın beyaz duvarlarından geçerek basık tavana yansıyor, oradan masanın üzerindeki yarım kalmış kola bardağına, cips kırıntılarına değip oyuncak bebeklerinin üzerinde toplanıyordu. Nefesini hoh hoh yapıp kokladı, cips kokuyordu. Midesindeki acı su ağzına gelirken doğruldu, yatağın içinde oturdu. Babası çoktan kahvaltı etmiştir, onu beklemez. Şimdi salonda TV’nin karşısına kurulmuş yerli yabancı demeden maç izliyordur. Telefonuna gelen mesaj sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Hattı, doğum gününü kutluyordu. Mesaj kısmından çıkıp takvim kısmına girdi, sahi bugün onun doğum günüydü. On beş yaşına basıyormuş gibi hissetmiyordu. Fotokopiyle çoğaltılmış yıllarına bir yenisi ekleniyordu o kadar. İçeriden babası seslendi. “Su, kızım uyandın mı?” Uyandım baba derken annesinin kucağında uyanmak istemeyen bir çocuk gibi esnedi. “Su, kahvaltı et de seni halanlara bırakıp işlerimi halledeceğim.” Doğum gününü halasında geçirmek istemiyordu. Sen git baba, ben sonra yürüyerek gelirim, dedi. Babası tamam demeden kapı sesi duyuldu. Su, yataktan fırlayarak kapıyı iki kere kilitledi. Yalnızlığın korkusu içinde çöreklenirken mutfağa gitti. Sıcaklığını yitirmiş ekmeği ucundan böldü, kuru kuru yedi. Lokmalar, boğazında yumru gibi duran şeyleri yırtarcasına geçiyordu. Masayı toplamadı, dağınıklık yalnızlığını örtüyordu.
Kulakları ninniyle uğulduyordu. Uyusun da büyüsün ninni, tıpış tıpış yürüsün ninni, eeee ee e… TV’de müzik açarak komşusunun sesini bastırdı. TV’nin altındaki dolaptan aile albümünü çıkardı. Ailesiyle kutladığı tek ve mutlu doğum günü fotoğrafına uzun uzun baktı, kalbine bastırdı. Kurumuş dudaklarına götürüp içindeki hasretle öptü. Annesinin fotoğrafa sinmiş kokusunu içine çekti. Birinci yaş günüydü. Hafızasına kazınmamış gibi üstündeki pembe, uçları fırfırlı elbisesine; saçlarındaki mor kelebek tokasına baktı. Annesinin uzun kumral saçları çiçekli elbisesinin üstüne dökülüyordu. Elbisesi ne kadar uzun olsa da tekerlekli sandalyeyi kapatmıyor, içindeki yarayı kanatıyordu. Babasının sesi kulaklarında acı acı yankılandı: “Su gibi ömrü olsun diye kendi ömründen çaldı, kendini tekerlekli sandalyeye mahkûm etti. Onsuz yarım bir adamım sorumluluklarım da yarım yamalak…” Bu konuşmayı aralık kapıdan duyduğu günden beri babasıyla yüzleşmemişti. Varlığıyla onu rahatsız etmemek için elinden geleni yapıyordu. Öksüzlüğü gözlerinden sicim gibi dökülüyordu. Yaşları elinin tersiyle silerken kapı çaldı. Kimdi gelen? Kurdu, oynadı. Kim o? Ben. Bir dilenci, kapıyı hemen kapatıyor sıkıca kilitliyordu. Kim o? Ben. Komşusu en sevdiği limonlu kekten bir dilim getirmiş. Kim o? Ben. Elindeki kargoyu uzatıyor. Kargoyu açıyor, babası doğum günü için annesiyle kendisinin fotoğrafını çerçeveletip yollamış. Kenarları çiçekli cam çerçeveyi başucuna koyuyor. Babasının en sevdiği ıhlamur çayını demliyor, babası gelince mutfakta beraber içiyorlar. Eline sağlık, güzel kızım diyerek yanağına bir öpücük konduruyor. Gözlerini kırpıştırarak bu fazla oldu babam beni uyurken bile öpmez, dedi. Hafta sonları gece uyumayıp sevilmeyi bekler, sabahı ederdi. Öğlene kadar hissizce uyurdu. Hafta içi annesi rüyalarına girsin diye erkenden yatardı. Gaipten bir ses uykusunu bölerdi, Kim o? diye seslenir. Annesi benim güzel yavrum deyip saçlarını koklar, yanağına bir öpücük kondururdu.
Çaldı, durdu. Kapıdan ayrılan olmadı. Kapıyı hafifçe aralayarak baktı. Beş altı yaşlarında esmer, siyah iri gözleriyle bir çocuk ona bakıyordu. Korkudan bir iki adım geri çekildi. Kapıyı şak! diye onun yüzüne kapattı. Çocuk yalvarırcasına, “Abla, vallahi billahi bir şey yapmayacam.” Kapı hâlâ çalıyordu. Çalar çalar giderdi, gitmedi. Git diyorum, sana. “Abla benim hiç oyuncağım olmadı, bir oyuncak ver ekmek musap çarpsın gidecem.” Bebeklerimden başka oyuncağım yok, gitttttt! diye bağırdı. Su, kapıyı dinledi, ses yoktu. Gittiğinden emin olmak için telaşlı adımlarla balkona çıktı. Çocuk karşı kaldırımda oturmuş, top oynayan çocuklara iç geçirerek bakıyordu. Balkonun köşesinde duran yeşil siyah kareli topa baktı. Ayda yılda bir pikniğe gittiklerinde götürür, babasıyla oynardı, beraber vakit geçirebildikleri tek yerdi. Onun için doğum günü gibi bir şeydi. Yılda bir her şeyi unutup, mutlu olurdu. Çocuğa seslendi. Elindeki topu çocuğa fırlattı. Çocuk topu havada yakaladı. Su, çocuğun gözlerindeki sevinçli pırıltıya bakakaldı.
Kendi gözlerindeki bu pırıltıyı ne zaman yitirmişti, hatırlayamadı.