Gülriz SURURİ
KILDAN İNCE
KILIÇTAN KESKİNCE
Hazırlayan: Sinem Özcan
Sene 2017... Kitap deyince yok satan kitabevlerinden birinin 2. katındayım. Onca baskı, nice janjanlı kapak tasarımı, yazarının emeğini çıkarmak amacıyla benimle yoğun göz temasında… Dönüp dolaşıp çok satanlar rafının yine çok satan kitaplarından birini alıyorum. Popüler kültür böyle bir şey olmalı. Benden önce bunca satın alan da yanılıyor olamaz ya! Kendi doğrularımla girdiğim ortamdan, toplumsal mutabakat sonucu karar verdiğim bir kitap ile çıkıyorum.
Kitabın yazarı, 1929 İstanbul doğumlu ve geçtiğimiz Aralık ayının son günü, yine kendi yöntemince hayat sahnesine perdeyi kapatan Gülriz SURURİ. Onca timsah gözyaşına, siyah Ray-Ban yas göstermeyen güneş gözlüğüne ve cenaze kendi derdindeyken edilen dedikodulara bu sefer tahammülü yok. Sessizce yolcu edin beni Engin'e diyor giderken. Sonrası Gülriz'i kaybettik içerikli birkaç basına verilecek demece bakar diye de ekliyor. Gerçekten de o gittikten sonra duyuyoruz bu sessiz defin vasiyetini. Yukarıda bahsi geçen Engin delikanlı ise; Gülriz'in son pazıl parçası hem de kurulan tiyatrolarının sol yanı olan eşi Engin CEZZAR.
Kitaba dair iki çift laf etmeden direk kişileri tanıtmamdaki ısrarım, aslında kitabın bir Gülriz SURURİ kişisel külliyatı olması. İlk bakışta biyografi, bir o kadar anı da tabii, sağından bakınca tüm bir tiyatro tarihi, soldan yaklaşınca ise akademide ders niyetine okutulur bir literatür sanki. Öyle bir ailenin çocuğu olarak sentezlenmiş ki, ebeveyn Sururilerin ikisi de Operet sanatçısı. Anne benzersiz bir Primadonna olan Suzan Lütfullah, baba evdeki bütün kardeşlerine sahne tozu yutturacak kadar tiyatroya tutkun Lütfullah Sururi. Evin küçük Gül Hanımı iken kitap boyunca öyle bir tiyatrocuya dönüşüyor, öyle isimlerle kader birliği ediyor ki sanat hayatında; seni, beni, onu, bütün bir toplumu güzel sıfatlara alıştıran bir pusula oluyor handiyse. O isimler ki; defalarca seyirciyi ayakta alkışlatan, seyirci oyuncu dekor hepsi yekvücut olan, isimleri tek başına bile manevi bir marka sayılan sanatçılar.
Kimler yok ki bu listede... Haldun Taner, Cüneyt Gökçer, Muammer Karaca, Toto Karaca, Adalet Cimcoz, Muhsin Ertuğrul, Genco Erkal, Tuncel Kurtiz, Yaşar Kemal, Müjdat Gezen, Haldun Dormen, Engin Cezzar, Semiha Berksoy, Ali Poyrazoğlu, Adile Naşit, Selim Naşit, Münir Özkul, Neyyire Neyir, Yıldız Kenter, Lütfullah Sururi, Metin Serezli ve daha hatırımda kalmayan niceleri! Bu sanat dünyası buraya ismini yazdıran ve bir o kadar da ismini sığdıramayan onca değerin yüzü suyu hürmetine dönüyor anlıyorum.
Varsa söylenecek sözün, açarsın perdeni, söylersin sözünü...
Şimdi böyle düşününce, "Kıldan İnce Kılıçtan Keskince" kitabıyla Roma İmparatoru Filozof Marcus Aurelius'a selam çakıyor Gülriz. Kendime düşünceler kitabında yine kendine not düşmüş Marcus: "Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar hem de onların nesnesi." diye. Böylesi bir hayat Gülriz’inki de...
Gülriz daha bir bebekken nasıl yalnız kaldı; onca travmadan, aşk yanılmalarından her defasında nasıl toparlandı; bir insan kaç defa yanılırdı; sanatçı olmaya kaç basamak yeterdi; oyundan oyuna, ezberden ezbere, turneden turneye nasıl dayandı; Engin olmasaydı bugünkü Gülriz Sururi ne kadar olurdu; Keşanlı Ali Destanı, Sokak Kızı İrma, Hamlet, Kurban, Palto, Teneke, peki ya Gülriz SURURİ-Engin CEZZAR tiyatrosu nasıl can buldu?
Gülriz Sururi;
“Nota olsa do olurdu
Renk olsa, nar rengi
Kraliçe olsa, Nefertiti
İçki olsa, Fransız şampanyası
Tarihi kişi, Hürrem Sultan" olurdu sevgili okur.
En yakın zamanda okuma listenize ekleyip, bir de kendi anlatımıyla bu eşsiz tiyatrocuya ve dünyasına tanık olmanız dileğiyle, keyifli okumalar...