Dicle SAĞLAM
17.07.2021
CAHİT ZARİFOĞLU’NUN ‘’ARALIK GÜNLERİ İÇİN BİR AŞK DENEMESİ’’ ŞİİRİNİN GİZLİ YÜZ FİLMİNDEKİ YANSIMALARI
İnsanların eşkalinden hüviyetlerini okuyabilmek için evvela, o insanların eşkalini tespit etmenin usullerini bilmek lazımdır. İnsanların eşkalini tespit etmek, hastalığı teşhis etmeye benzer.
Prof.Brayton
18.yy’da yaşamış mutasavvıf, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ansiklopedik eseri Marifetname’de, fizyonomi konusunda bazı görüşlerine yer vermiştir. İbrahim Hakkı Hazretleri'nin yüz yapısının karakter ile ilişkisini bir ilahi kural olarak gördüğünü şu cümlelerinden anlayabiliriz:
Allah, lütuf ve inayetiyle hikmetinin gereğini, sanatının inceliğini bu yaratıkta göstermiş; yüzünü, şekil ve yapısını içine, organlarının biçimini ahlak ve karakterine belirti yapmıştır ki, insan kendi şekil ve yapısından kendi vasıflarını bilip, ona göre ahlak ve hareketlerindeki, huylarındaki eksik ve aksaklıkları düzeltsin.
Yüz okuma ilmiyle ilgili bir diğer önemli eser de İskender Fahreddin’e ait olan İlmi Sima'dır. İnsan yüzüne dair geniş kapsamlı bir çalışma olan bu eserde de, bir yüze bakıldığında kişilik yapısına dair ne gibi çıkarımlarda bulunabileceği hakkında pek çok bilgi mevcuttur. Bu ilim hakkında yazılmış iki kitaba kısaca değindikten sonra,1991 yapımı Ömer Kavur filmi olan ‘’Gizli Yüz’’ filminin konusuna geçebiliriz.
İstanbul’a okumak için gelen ve babasıyla dargın olduğu için maddi destek göremeyen bir genç, pavyonlarda, meyhanelerde fotoğrafçılık yaparak geçimini sağlar. Bir gün, bir adam onu alır ve bir kadına götürür. Kadın ,genç adama pek çok fotoğraf çekip kendisine getirmesini ister. Kadın bu fotoğrafları dikkatle inceler, bir arayış halindedir. Bütün yüzleri, yüzeysellikleri ve arkasında yatan derinlikleri tek tek ve özenle inceler. Kadının, bu yüz analizi ve arayış hâli bize, Nietzsche’nin; "Dünyayı derinlemesine görmüş biri, insanların yüzeyselliğinde ne gibi bir bilgeliğin bulunduğunu bilir, çünkü yüzey kültürüne en çok ihtiyacı olanlar, bir zaman onların altına ulaşıp korkunç sonuçlarla karşılaşmış olmalıdırlar’’ cümlelerini anımsatır.
Kadın yüzleri deşer, kazır ve her okuyuşunda derine ulaşmaya çalışır. Ve bir gün bir fotoğrafa, takılır kalır...
Fotoğrafçıdan bu yüzü bulmasını ister. Bir de bazı sorular sormasını.
Hayatta en çok istediğini sor ona. Rüyalarında ne gördüğünü sor. Rüyaların tamamlanıp tamamlanmadığını. Yoksa unutuyor mu? Rüyalarında yüzler siliniyor, karışıyor mu? Hatırlıyor, kendisi olabiliyor mu?
Fotoğrafçı arar ve bulur o yüzü. Bir saatçidir bulduğu kişi. Saatini verir ve tamir etmesini ister, ardından da kadının ona sormasını istediklerini sorar. ‘’Hayatta en çok ne olmasını istersin?’’ Saatçinin dilinden, şu eşsiz cümleler dökülür:
‘’İnsanlara, saatleri anlatmak isterdim. Mekanizmaların inceliğini, yayların korkunçluğunu, çarkların karanlığını. Şimdi kimse, saat nedir farkında bile değil. Belki bunun için insanlar kederli, belki bunun için kendi hikayelerini anlatamıyorlar. İnsanlara saatlerin sırlarını anlatabilmek isterdim. O zaman uykudan uyanır gibi, dünyaya yeniden gözlerini açarlardı. Kederlerinden kurtulurlar, belki kendi hikayelerini bile anlatabilirlerdi.’’
‘’Delip geçecek dalıp yeryüzünü
Bak istersen avuçlarıma
Küçük parmağın hizasında, o derin havzada
Göğüs göğse iken ikimize
İki ayrı kadeh gibi doldurulmuş yudum kat’i
Sesin
Sırrım
Gözüm palas pandıras çehremde’’
Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi
Saatçinin sözlerini heybesine katar, saatini de alır ve kadına gider. Saatçinin dediklerini bir bir anlattıktan sonra kadın, fotoğrafçıdan kendisini bu adama götürmesini ister. O sesi işitmeye ve sır dolu yüze görmeye gitmek, şart olmuştur artık. Ve ikisi birlikte yola çıkarlar. Arabayla saatçinin dükkanının yakınına gelirler ve saatçinin çıkmasını beklerler. Nihayet saatçi görünür. Dükkanı kapatır ve yürürken de ,arabayla takip ederler. Tam saatçiye yaklaşırlarken bir an kadın ve saatçi göz göze gelir fakat o sırada karşıdan gelen kamyon yüzünden kadın ,direksiyonu kırmak zorunda kalır. Her şey bir anda olmuştur ve saatçi gözden kayboluvermiştir. Kadın için büyük bir yıkım olur bu. Dönerlerken arabada babasından, çocukluğundan bahseder. Babasının da zaman zaman kaybolduğunu ve bu olayın onu ne kadar üzdüğünü anlatıp, ağlar. Bir süre sonra fotoğrafçıdan kendisine su almasını ister. Fotoğrafçı, su almak için arabadan inip geri geldiğinde ise, kadın artık orada yoktur. Daha sonra fotoğrafçı, kadının evine gider ve evin tamamen boşaldığını görür. Kadın o evden ayrılmıştır. Ve fotoğrafçının hayatından da...Küçük bir masanın üzerinde duran üç adet obje dışında ev bomboştur, ki onları da bir adam alıp götürür. Bir ütü, bir ayna, bir lamba. Bu üç eşyayı, filmin sonlarında yeniden görürüz.
‘’Diz çökeyim söyle
Tahtın nerede
Bende kaynayan sende kaynak
Tıpatıp iki kristal küre’’
Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi
Sonra saatçiye gider. Saatçi de dükkanı kapatmıştır ve hem sevdiği kadın hem de gizemli adam, ortadan kaybolmuşlardır. Ardından bir haber gelir ,babası ölmüştür ve köyüne döner. Babasını defnederler ve abisinden ,babasının köy okulundaki öğretmen ile bir aşk macerası yaşamış olduğunu öğrenir. Bir süre sonra da fotoğrafçının annesi oğluna ,bir kese altın verip ailevi bir iş için onu tekrar gönderir. Yola çıkar ve otobüs mola verdiğinde ,televizyonda o kadını görür. O kadını ve de saatçiyi. Bakakalır öylece ikisine de, onların anlattıklarını kendisiyle birlikte oradaki herkes dinler, fakat işitemezler. Zira az sonra, içinde kadının ve saatçinin olduğu video kaseti teslim alan adam gelir .O da duymasına duyan, fakat işitemeyenlerden biridir. Fotoğrafçı, otobüse binmez ve kasedi alan adamın yanına gelip, kasedi kendisine satmasını ister .Adam, kasedin emanet olduğunu söyler ve fotoğrafçıyı da alarak dükkanına giderler. Bir kadının, kendisine bu video kasedi verdiğini söyler ,çünkü kadın bu videonun insanlar tarafından izlenmesini istemiştir. Ve kadın, bir de saat teslim eder ve bu saatin de belirli bir süre zarfında tamir edilmesini istemiştir adamdan. Bu adam da bir saatçidir yani. Başlarda pek yanaşmasa da sonunda dayanamaz ve kasedi fotoğrafçıya satar. Kadının yakın zamanda geleceğini de söyler ve fotoğrafçı da, dükkanın karşısındaki otele yerleşir.
Fotoğrafçı hem kadını bekler, hem de videoyu izler günlerce. Odasından pek ayrılmaz ve hep camın önünde bekleyiş halindedir. Beklerken de ,tıpkı aşık olduğu kadın gibi yüzler okumaya başlar. Gazetelerden yüzler kesip, odanın duvarın asar. Yüzler asar ,yüzlere bakar ve videoyu defalarca izler. Kadın ,videoda hep şöyle der: ‘’Harita diye birbirlerimizin yüzüne bakıyor, hikâye diye ruhlarımızı masaya koyuyorduk.’’ Ve nihayet kadın gelir, saatçiden tamir etmesini istediğini saate bakar ve istediğini gibi olmadığını söyler. Saatçi, fotoğrafçıdan bahseder. Günlerdir kadını beklediğini, kasedi ona verdiğini anlattıktan sonra kadına bir de başka güzel saatleri olduğundan bahseder. Kadın, koruması ve saatçiyle birlikte dükkanın önüne gelirler. O sırada camda fotoğrafçıyla karşılaşır ve kadınla fotoğrafçı, şaşkınlıkla birbirlerine bakarlar. Fotoğrafçı, o heyecan ile camı kırar ve hızla merdivenlerden inmeye başlar. Kadın gitmeye davranır, arabaya biner ve koruması saatçinin önüne buruşturulmuş bir kağıt parçası atıp, hızla uzaklaşırlar. Fotoğrafçı koşarak gelir ama yetişemez. Yerdeki kâğıda bakar ve kağıtta Şeyh Galip’in bir dizesi yazmaktadır: ‘’Durma sefer et diyar-ı Kalb’e’’
‘’Şöyle irice bir kelime bul
Ok atsın döş kemiğime’’
Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi
Ve yola çıkar genç adam. Sevdiği kadını ve cevapları bulacağı şehre adım atar. Peki soru neydi? Ne soracaktı? Ne sorabilirdi? Aslında ancak anlatabilirdi; aşkını, derdini ve kapısından içeri girdiği evdeki nice insanın da yaptığı gibi, sadece anlatabilirdi. Şehre gelir ve bir evin kapısından içeri adım atar. Evin içinde insanlar vardır. Bu insanların bir de masaları vardır. Masaların üzerinde de saatleri. Saatleriyle birlikte ve de saatlere, hikâyelerini anlatıyordur her biri. Ve nihayet fotoğrafçı da, hikâyesini anlatmaya başlar: ‘’Onu, kendi kayıp ruhunu arar gibi, bir rüyadan uyanır gibi seviyormuş.’’
Fotoğrafçı ve kadın en sonunda buluşurlar. Genç adam, yine eskisi gibi olmayı, kadına fotoğraflar getirmek istediğini, sonunda dayanamayıp onu sevdiğini de söyler. Kadın, aradığın o hayal ben değilim der ve bu meseleyi kapatır.
‘’Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın’’
Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi
Filmin sonlarına doğru fotoğrafçı, yolda giderken bir eskici ile kızına rastlar .Hayatta, insan her istediğini elde edebilir mi diye sorar eskici. Fotoğrafçı da ‘’edemez’’ diye yanıtlar. Bunun üzerine eskici ,bir hikaye anlatmaya başlar:
‘’Bir zamanlar, uzak bir ülkede bir hırsız yaşarmış. Hayal hırsızı. Geceleri mışıl mışıl uyuyanların rüyalarına girer, hoşuna gidenleri torbasına doldurur çalarmış. Sabah uyananlar da içlerinde bir huzursuzluk hissederlermiş. Bir eziklik. Bu insanlar da kalkıp ,bir ermişe gitmişler. Dertlerini anlatmışlar. Ermiş de, akıllı ermişmiş ve onlara demiş ki, madem siz rüyalarınızı kaybettiniz, o zaman bana umutlarınızı anlatın. Ama dertli kişiler, rüyalarında çalınan şeyleri hatırlayamazlarmış bir türlü. Hatırlayamadıkları için de, umutlarını kuramazlarmış. Çünkü rüyaları, benim torbada da ondan. İşte bir ayna, bir ütü, bir lamba.’’
‘’Yıldızlar yakarışlar açık kartlar
ve haydi hoşça kal
Kilimin üstünde bir ampul
bir kırbaç bir ayakkabı’’
Aralık Günleri İçin Bir Aşk Denemesi
Cahit Zarifoğlu, ‘’anlamı zor şiir, buz dağının amuda kalkmış hâlidir’’ der ve ekler: ‘’Buz dağının görünen kısmını değil, görünmeyen kısmını yazıyorum.’’ Bu yüzden onun şiirlerini anlamak güçtür, kolaylıkla yoruma açık değildir. Bu anlaşılmazlık ve kapalılık, ‘’derin olan her şey maske takmayı sever’’ diyen Nietzschevari bir durum olarak mı okunmalıdır, yoksa tamamen maskesiz ve salt bir anlaşılmama hali diye mi okunmalıdır? Herkes kavrayışı kadar anlar düsturundan hareketle bir ampul ,bir kırbaç ve bir ayakkabı dizesindeki ampul, bir umut ışığı olabilir. Belki ilk, belki son ışık. Eğer bir ışık yakılırsa bir kırbaç da olmalıdır, o umudu yeniden şahlandırmak adına. Tüm bunlardan sonra halen umudun ışığı cılız kalıyorsa, insan gitmeyi de bilmelidir ayakkabılarını giyerek.
Ömer Kavur’un bu filmi de, aslında hemen her filmi de, tıpkı Cahit Zarifoğlu şiirlerindeki gibi anlaşılması güç öğeler ve olaylarla ilerler. Peki filmde gördüğümüz bir ayna, ütü ve lamba ne gibi anlamlara sahip olabilir? Burada bahsedilen ayna, tüm kusurları apaçık gösteren bir eşya ise ütü de, bu kusurların mümkün olduğunca düzeltilmesi olarak okunabilir. En nihayetinde lamba da düzeltilen her bir kusurun neticesinde ortaya çıkan aydınlığımız, saçtığımız ışığımızdır. Belki de ütü, sadece bir vitrine konan objeden ibarettir ve ruhunu buruşuk ve ütüsüz gezdirmeyi seven Didem Madak misali, kusurlar ne ütülenmeli ne de görmezden gelinmelidir. Aydınlıkta sergilenmeli ve onlara utanmadan bakılmaldır.
Aynalara bakar gibi. Bir yüze bakar gibi...