Ayşegül ATILGAN
13.11.2023
GECE YARISI KÜTÜPHANESİ’NDE
FRANCES HA
Yönetmenliğini Noah Baumbach‘ın üstlendiği siyah-beyaz bir film Frances Ha (2012), senaryosunu birlikte kaleme aldığı ve aynı zamanda Frances’e hayat veren Greta Gerwig’in oyunculuğu ve etkili monologlarıyla da kült bir film.
Frances, New York’ta, en yakın arkadaşı Sophie ile bir apartman dairesini paylaşıyor. Sophie, (Mickey Sumner) Random House’ta editör, Frances (Greta Gerwig) ise bir dans topluluğunda dansçı. Filme bu iki yakın arkadaşın günlük hayatlarından sahnelerle başlıyoruz. Kitap okurken, bir şeyler yudumlarken, sohbet ederken buluyoruz onları. Frances kendine has, farklı bir karakter. Dış dünyanın gerçekliğiyle tam bir zıtlık içinde. Yine de “hayatını düzene sokmak” istediği bir dönemden geçiyor. Bu süreçte problemler, yakın arkadaşı Sophie’yle olan ilişkisinde kendini gösteriyor. Sevgilisinin yanına taşınmak yerine en iyi arkadaşıyla yaşamayı tercih eden Frances sevgilisinden bu olay üzerine ayrılıyor ve Sophie’den aldığı haberle gerçeklerle yüzleşiyor. Hep oturmak istediği semte, pek sevilmeyen başka bir arkadaşla taşınma kararı alıyor Sophie. İşte tam bu sahnede Matt Haıg’ın Gece Yarısı Kütüphanesi’ndeki arka kapak yazısı aklıma düşüyor: “Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var, dedi. "Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün... Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın?” Bu soruyu Frances’e sorsam o da Sylvia Plath’ın sözleriyle karşılık verirdi: “Hayatımda, olası bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir rengini, tonunu ve her çeşidini yaşamak istiyorum." Film boyunca bunu izliyoruz. Sophie’nin taşınması nedeniyle tek başına kirayı karşılayamayacak olan Frances’ın devamlı adres değiştirmesi, tutkunu olduğu dansa devam etmek için farklı işlerde çalışması, fiziksel deneyimleri... Birkaç günlüğüne Paris’e gitmesi zihinsel bir deneyim. Bu deneyiminden keyif alamıyor çünkü saat farkından uyuyamıyor, uyuduğunda günü kaçırıyor. Paris sokaklarını yalnız gezerken Sophie onu arayıp nişanlandığını ve Japonya’ya yerleştiğini söylüyor. Frances, Sophie’yle yaptığı bu telefon konuşması sonunda dansçı olamasa da koreograf olmaya karar veriyor. Son sahnede bir dans performansı izliyoruz. Frances’i göremiyoruz sahnede, yalnızca koreografi ona ait; yarattığı güzel şeyi, sahne arkasından izliyor. Performans, modern dansın “release” tekniğini kullanıyor: Kendini bırakıp düşmen, bu düşüşten güç alarak yine yeni yeniden ayağa kalkabilmen... Frances’in koreografide bu tekniği kullanmış olması çok yerinde çünkü kendisi de yaşam içinde düşüyor ama hep yeniden ayağa kalkabiliyor. Hazırladığı bu dansla ilgili: “Hata gibi görünen şeyleri yapmayı seviyorum,” diyor.
Frances filmin sonunda neyi seçeceğini, nerede durup kalacağını planlamadığını fark ediyor. Dansçı ya da koreograf Frances; iyi bir arkadaş ya da iyi bir sevgili Frances… Sonunda kendi hayalini gerçekle örtüştürmeyi denedi: İşte arkadaşları, yeni evi, işi. Belirsizlikten, ait olamamaktan kurtulsa da tamamlanamıyor. “Bir ilişkide aradığım şey şu ki neden yalnız olduğumu açıklayabilir. Biriyle birlikte olduğunda sen onu seversin ve o bunun farkındadır, o da seni sever ve sen de bunun farkındasındır. Fakat bu bir parti ve diğer insanlarla konuşursun, gülersin, ışık saçarsın, birden onun gözlerini yakalarsın. Fakat bu sahiplenici olman ya da tam olarak bir cinsellik yaşaman için değil, senin bu hayattaki insanın olduğu için. Bu durum trajik ama bu hayat sona eriyor ve tam da orada, fark edilmeden, herkesin önünde duran gizemli bir dünya oluşuyor. Fakat kimse bunu fark etmiyor. Yani dedikleri gibi etrafımızda gizemli bir dünya var ama bizde onları algılama yeteneği yok. Bir ilişkiden istediğim bu ya da hayattan ya da sevgiden…” Bu monoloğun son saniyelerine eşlik eden melodi bana Teoman’ın Mavi kuş ile Küçük kız şarkısını anımsattı. Melodiyi dinleyip aaa! Evet, evet diyebilirsiniz ya da demeyebilirsiniz yine de dinleyiniz.
Frances Handley, yeni taşındığı evin posta kutusuna adını –tamamlan(a)mamışlığını- sığdığı kadarıyla sıkıştırıverdi: Frances Ha.
Gece Yarısı Kütüphanesi “Bir kitap okudum, hayatım değişti.” Kitaplarından değil yine de okuyup okumamayı okura bırakıyorum. Frances Ha filmi içinse “Bir film izledim, hayatım değişti değil de kendi hayatınızdan izler bulabileceğiniz bir film. Filmi izleyin ve hayallerinizden vazgeçmek yerine gerçeklerle örtüştürmeyi deneyin, ne kaybedersiniz ki…