21.09.2020
FOTO SABAH RESİMLERİ - Ayşe KULİN
Zamanını çok net hatırlamasam bile, yakın bir süre içinde romanoku.com yazarlarından Diren Şimşek’in paylaşımıyla yolumu öykülere çevirdim. (Dileyen Diren Şimşek’in “Bu kitaplarda Neler Oluyor?” yazısını web sitesinden okuyabilir.)
Aslında bahsetmiş olduğum paylaşım bana bir ayna tutmuştu. Öykü yazmaktan keyif almama rağmen bu türe dair yeterli sayıda kitap okumamış olduğumu hatırlatmıştı. Hâlbuki hayatın bütününe bir büyüteç görevi üstlenen “öykü”, yaşamın bir bölümü üzerine kurulmuş derinliğiyle bizleri sarsar.
İşte tüm bunları düşünürken soluğu hemen kitaplığımda aldım. Uzun zamandır bana göz kırpan Ayşe Kulin’in “Foto Sabah Resimleri” kitabını bir nefeste okudum.
1995 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, 1996 yılında ise Sait Faik Öykü Ödülü’ni kazanmış bir eser: Foto Sabah Resimleri…
Söze; kısa kısa hikâyelerden oluşan, sade ve akıcı bir dille yazılmış bir kitap olduğunu söylemekle başlayabilirim. Kimi öyküsünde kadınların çektiği sıkıntılara atıfta bulunmuş, kimisinde de şu an içinde bulunduğumuz keşmekeşliğin ayak izlerini bizlere yansıtmıştır.
Özetle söylemek gerekirse yaşadığı toplumun sorunlarına sırtını dönmeyen öykülerdi. Kiminde ağladım, kiminde kahkahalarım havada uçtu. Öylesine içten, akıcı ve tesirli bir üslupla yazılmış ki her bir öykünün içinde kayboldum. Okurken öykülerin dünyasından çıkmak istemedim. İçlerinde en sevdiğim üç öykünün adlarını paylaşmak isterim: Foto Sabah Resimleri, Sadece 1457 Kupona ve Adil Düzen.
Foto Sabah Resimleri öyküsünden biraz bahsetmek istiyorum.
Geçmişiyle bağlantılarını koparamayan, değişen dünya düzenini anlamlandıramayan belki de anlamak istemeyen bir anneanneyle tanıştım. Torunu Emine; kuşaklar arası farka rağmen sevgisini, saygısını koruyabilen, eşinden boşanmış, köklerine başını çevirmeyen bir kadın işte…
Hayat şartları bir şekilde zorlar hepsini. Ve artık Emine, anneannenin kaldığı evin kirasını ödemekte zorlanır. Anneanne torununun yanına taşınmaya istemeden de olsa kabul eder. Emine tüm eşyaları satar, geriye anneannenin aile tabloları ve seksen yıllık arkadaşı olan piyanosu kalır. Anneannenin elli iki yıllık evinden çıktığı sahnede öylesine etkilendim ki gözyaşlarımı tutamadım. Şöyle aktarıyor yazar;
Anneanne ağlamadı. Sadece ağzına çok ekşi bir erik tadı yayılmış gibi yüzünü buruşturdu bir an, sonra arkasına döndü ve geriye bir daha hiç bakmadan, inini terk eden yaşlı ve soylu bir arslan gibi, azametle çıktı salondan. Elli iki yıllık yaşamını bıraktığı evin kapısından, torununun kolunda son kez geçerken, hafifçe sendeledi, o kadar.
Anneanne artık iki günde bir kapısını çalan manav, bakkal, kapıcı gibi aşina olduğu yüzler ve dünyayı izlediği köşe penceresinden çok uzaktaydı. Torunuyla hiç konuşmuyordu. Anneanne sabahlara kadar yüreğini sıkıştıran her bir üzüntüsünü yatağının üzerinde duran ölen kocasının fotoğrafına anlatıyordu.
Öykünün ortalarında Emine’nin anneannesinden ilk nefret ettiği anı şöyle anlatıyor;
İlk ne zaman nefret etmiştim anneannemde? Kara gözleri ve siyah saçlarıyla oğlum doğduğunda, esmer bir bebeğin asla bizim aileden olamayacağına, hastanede karıştırıldığına hükmedip, ille de araştırma yapmamız için tutturulduğunda mı? Anneannemin gözünde, makbul insan beyaz tenli olurdu. Her koyu tenli kişinin arkasından burun kıvırıp, kanında çingenelik aramasında deli olduğum için, esmer bir bebek doğurduğumda, intikam duygusunun o derin hazzını yaşamıştım bir süre. Anneannemin Çerkez beyazı ailesine, esmer bir oğlancık sokmuştum.
Şu an, öyküyü anlatmak istedikçe sizlerin okuma zevkini elinizden alacağıma dair garip bir hisse kapıldığımı fark ettim. Bu yüzden daha fazla anlatarak işin büyüsünü kaçırmak istemem. Ama şunu söyleyebilirim ki; öykünün içindeki her bir kırıntı size karakterin iç dünyasını çözmenize yardımcı olurken okumayı da keyifli bir hâle sokuyor.
Okuyanlar en sevdiği öyküyü paylaşmak isterse, yorumlarınızı görmekten mutluluk duyarım.