AHLAT AĞACI
Nuri Bilge Ceylan’ın senaryosunu eşi Ebru Ceylan ve Akın Aksu ile birlikte yazdığı Ahlat Ağacı alışık olduğumuz filmlerinden biraz farklı. Öncelikle, “tablo gibi” diyeceğimiz görüntü sayısı önceki filmlerine nazaran daha az. İçerik, görselliğin çokça önüne geçmiş diyebiliriz. Bu sayede hikaye, filmin teknik birkaç aksaklığını görmemizi engelliyor. Daha doğrusu görsek de ilgilenmiyoruz.
Komedi filmlerinden tanıdığımız Murat Cemcir ve yine komedi deyince akla gelen isimlerden Doğu Demirkol Ahlat Ağacı’na farklılık katan yeniliklerden. Aslında bu durum başlarda filmin içine girmenizi zorlaştırıyor. Komediden aşina olduğunuz popüler yüzler, can verdikleri karakterleri ister istemez inandırıcılıktan uzaklaştırıyor, ama film ilerledikçe meselenin samimiyeti, derinliği giderek sizi kuşatıyor ve karşınızda artık aşina olduğunuz yüzler yerine, aşina olduğunuz karakterler görmeye başlıyorsunuz. Çünkü Sinan (Doğu Demirkol) ve Sinan’ın babası İdris (Murat Cemcir) başta olmak üzere filmde yer alan karakterlerin çoğu ortak bir acıyı yaşıyorlar; umut kırılması. Yine ortak bir amacın peşindeler; hayatın boğucu ve adaletsiz gerçekliğinden kaçmak…
Baba bunu ganyan oynayarak yaparken, oğlu kitap yazıyor. Baba yıllar süren, bir kuyudan su çıkarma macerasının peşindeyken oğlu para bulup yazdığı kitabı bastırmaya gayret ediyor.
Filmi çarpıcı hale getiren, klişenin dışında ilerleyen baba – oğul ilişkisi. Baba başlarda hiçbir şekilde güven uyandırmayan, çevresinde saygınlığını yitirmiş ve ailesini maddi yönden zorluğa düşürmüş bir karakterken, zamanla onun aslında çaresizliğin kuyusundan yanlış tercihlerle aydınlığa kavuşmaya çalışan bir hayalperest olduğunu görüyorsunuz. Oğlu Sinan’ın ise, kendine saklamadığı sivri fikirlerini, yaralayıcı sözlerini babasına sarf ederken aslında ona benzemekten korktuğunu anlıyorsunuz. Sinan yaşadığı küçük hayatın duvarları arasına sıkışmış, ikiyüzlülükten uzak, keskin zekasına rağmen masum ve kusurlarıyla birlikte samimi bir karakter. O olmak istediği yerde değil, tıpkı babası gibi.
Sinan karakterinin sivri yönleri sizi bir süre rahatsız etse de onunla özdeşleşmek yerine empati kuruyorsunuz. Bu sizi filme bağlamaya yetiyor. Empatiyi kolaylaştıran unsurlardan biri de filmin ülke gündemindeki bazı derin yaralara parmak basması. Bunlardan bir kaçı; üniversite mezunu işsizler, birey ile yapmak zorunda kalacağı iş arasındaki uyumsuzluk...
Tüm bu tatsız meselelerden uzaklaşmasını sağlayacak yollardan biri aşk iken Sinan’ın aşka da güveni kalmamış. Hazar Ergüçlü’nün canlandırdığı Hatice karakteri ile Sinan’ın bir araya geldiği sahne görsel anlamda en çarpıcı planları barındırmakta.
Hatice, Sinan’ın aksine yaşamın dayattığı mecburiyetlerden kaçmaya çabalamayıp içinde bulunduğu şartlarda en rahat hayatı sürebilmesini sağlayacak tercihi yapıyor. Üstelik bunu, görmek istediği ışıltılı caddeler varken, “İnsan neden en yakınındaki hayatı seçip, onu yaşamak zorunda?” diye sorarken yapıyor. Yaşamı sorgulayarak, boyun eğdiğini bile bile pes ediyor. Hatice gerçek aşkı bir kenara atmış, umut kırılması yaşayan bir umut kırıcı. Filmin hikayesinde bu anlamda önemli bir yer teşkil ediyor. Belki de bu yüzden sadece bir sahne gözükmesine rağmen filmin afişinde yer alıyor. Ya da belki aşkın seyirciyi cezbetme gücü neticesinde Hatice’yi afişte görüyoruz.
Filmin sonlarına doğru baba ve oğulun etrafını kuşatan çakal sesleri aslında birçok şeyi özetliyor. İdris ve Sinan, menfaat düşkünü, paragöz, eyyamcı, riyakar, madrabaz, adaletsiz, kısaca ‘düzen insanı’ olan çakalların arasında nefes almaya çalışan insanlar. Ahlat Ağacının bir adının da çakal armudu olması tesadüf müdür bilemiyorum ama sadece sonbaharda meyve veren, zor koşullarda hayatta kalmayı başaran, inatçı bir ağaç olan Ahlat Ağacının umuda tutunmanın zorluğunu temsil ettiği bana göre su götürmez bir gerçek.