Mine SÖĞÜT
Deli Kadın Hîkayeleri
Bir çağ var içinde yaşadığımız ama bir türlü ait olamadığımız; çoğu zaman seyirci koltuğuna iyice yerleşip aydınlığında yaşadığımız ya da diğer bir değişle apaçık tanık olduğumuz ama görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz, normalmişçesine içselleştirdiğimiz, düşeni düştüğü yerde bıraktığımız, sorgulamadığımız, yargılamadığımız, yüzleşmediğimiz, yaşananlara dur demediğimiz bir çağ bu! Kalabalığına karışıp yalnızlığında boğulduğumuz, yok saydıkça yok olduğunu sandığımız nice gerçeğin kanaya kanaya yarattığı, kanata kanata yarattığımız karanlığında bakılacak yüzü kalmamış insanlığımızı saklıyoruz. Bir çağ var içinde yaşıyoruz ama o kadar hissizleşmişiz ki yaşarken rahatsız olmadıklarımızdan ancak yazılınca rahatsız oluyoruz. Biri çıkıp, sözcük sözcük tokat gibi yüzümüze çarpmadıkça, ok gibi yüreğimize saplamadıkça, karanlığa saklamaya çalıştığımız gerçeğimize ayna tutmadıkça dönüştüğümüz şeyin insandan ne denli uzaklaştığını kavrayamıyoruz.
İşte böyle bir çağda Mine Söğüt, cesurca, zihni ve yüreği rahatsız ede ede kalemini derin noktalara bir ok gibi saplayıp ince ince kağıda döktüğü her sözcükte gerçeği insanın suratına tokat, hem de okkalı bir tokat gibi çarpıyor; kitaplarıyla kalabalıklara, o kalabalıkları oluşturan insanlara ayna tutuyor. Kalemini kağıda her değdirişinde aynaya farklı farklı suretlerin var olan görüntüsünü değil, o suretlerin ardındaki ürkütücü gerçekleri yansıtarak okurunu dönüştüğü şeyle yüzleşmeye davet ediyor. “Farkında mısın? Kabullendiklerinle, alıştıklarınla, yaptıklarınla, sustuklarınla, görüp de görmezden geldiklerinle, kendini bir şey sandığınla sen ‘BU’sun! Bu kadarsın!” dercesine içinden geçtiğimiz, içinde yaşadığımız yahut içimizde taşıdığımız ne varsa hepsini tek tek ortaya döküyor. Velhasıl onu okumak, rahatsız olmayı, sorgulamayı ve gerçeklerle yüzleşme cesaretini göze almayı gerektiriyor…
Yazarın usta kaleminden Deli Kadın Hikâyeleri , sosyolojik, yer yer politik ve alabildiğine psikolojik yönleriyle, erillikle zehirlenmiş bir toplumda kadınlıklarıyla lanetlenmiş, tecavüzle, şiddetle ‘DELİRTİLMİŞ’, kaybetmeye mahkûm, acıyla sınanmış, cinnet getirmeye itelenmiş, ölümün kıyılarında gezmiş, yollarını adımlamış yirmi bir kadının yaşadığı ağır travmaları tüm çıplaklığıyla ele alan, okurunu deliliğin arka bahçelerinde gezdiren nefis bir eser. Öykü türündeki bu eseri salt bir kurgu olarak değerlendirmemek gerekir. Zira bu kitapta yirmi bir hikâye üzerinden kurgunun ötesinde gözlemlere dayalı, kökü bireyden topluma uzanan, nice kadının yaşadığı gerçekleri sorgulayan, yaşananları eleştiren bir çığlık var. Verdiği bir röportajda; “Bu korkunç coğrafyada benim yazdığım kadar hatta daha korkunç şeyler yaşayan insanla var (…) Bireyden başlayıp sistemin her yerine bulaşan bir kötülük (...) Bu hikâyeler üçüncü sayfa haberleri gibi. Bende değil ama yan komşumda olduğunu biliyorum. Tamamen gözleme dayalı olarak yazıyorum. Gözlem ama beni dehşete düşüren gözlemler. Bu hayatları kabul edemiyor, böyle olmaması gerektiğini seziyorum,” diyen Mine Söğüt, “Delirerek ölenlere” ithaf ettiği eserinde,
“Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım,
Sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret,
Doğurmaya mahkûm,
Çocuklarını kaybetmeye mühürlü,
Yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.
İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların
Delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden bakacağım.
O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım,”
satırlarıyla okurunu karşılayıp o pencereden tekrar ve tekrar önce karakterlerini, sonra da okurlarını atıyor. Kalabalıklarda gerçeğin ezgisini rahatsız, çok rahatsız bir tonda mırıldanıyor. O ezgi gelip okurun yüreğine bir ok, suratına bir tokat gibi çarpıp geçiyor. Tuttuğu ayna kırılıyor, kırıkların üzerinde yürüyenlerin ayaklarını kesiyor. Bir çağ var içinde yaşadığımız, o çağda kadınlar kabuk bağlamayan yaralarından her gün kanıyor, sessiz çığlıklarını göğüslerinin kafesine atıp o çığlıklarda yürekleri sıkışıyor. O çığlığa kulak ver! Çünkü o çığlıklar bu kitabın sayfalarında vicdanımızın duvarlarına çarparak daha güçlü yankılanıyor.