top of page
Hande Koçak

Hande KOÇAK

11.03.2022

COŞKUYLA ÖLMEK

www.romanoku_edited.jpg
  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle

      Şule Gürbüz okumaya Kambur adlı romanından başladım. Kambur, yazarımızın ilk romanı. Hatta bu romanı on sekiz yaşındayken yazmış. Kitap yazabilmek için hem çok erken bir yaş hem de bu erken yaşta yazabilmek cesaret gerektiriyor bence. “Kambur”u okumak benim için ne kadar keyifli olmadıysa da “Coşkuyla Ölmek”i okumak bir o kadar keyifliydi. Nasıl bir insanın tek bir hareketinden ona ön yargılı yaklaşmamak gerekiyorsa, bir yazara da bence ikinci bir şans verilmeli, kesin yargılara varmadan. Ben de “Coşkuyla Ölmek” kitabından sonra bu fikri daha çok sevdim.


      Kitaba geçmeden biraz da Şule Gürbüz’den incelediğim kadarıyla söz etmek isterim. Çünkü oldukça farklı bir mesleği icra ediyor kendisi. İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden mezun olmuş, sonrasında Cambridge Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almış. Sanat, felsefe gibi eğitimleri aldığı kitaplarından da anlaşılıyor zaten. Felsefi üslubu, sanata yaraşır cümleleri… Ve işte, meslek olarak ise, Dolmabahçe Sarayı’nda antika saatlerin tamirciliğini yapıyor. Hatta, Dolmabahçe Sarayı’nın iç hazine binasında yer alan Türkiye’nin ilk ve tek saat müzesini kurmuş bir isim. Yapmış olduğu iş, hatta bence buna “hobileşmiş iş” desek daha doğru olur, kulağa tuhaf gelmiyor mu? Bence hem tuhaf hem de güzel bir uğraş. Bu kadar kalıp meslekler varken, böyle bir işe gönül vermek takdire şayan. Zamanla ilgili uğraşlar, sözler, kitaplar hep hoşuma gitmiştir.


       Gelelim kitaba. Coşkuyla Ölmek, dört ayrı hikâyeden oluşuyor. Dört ayrı hikâye dediğime bakmayın, aslında ilk üç hikâye oldukça iç içe geçmiş aynı zamanda. Anlatılan kişiler birbirinin devamı niteliğinde. Normalde hikâye kitaplarında farklı karakterlere geçiş yapılır ama Şule Gürbüz ilk üç hikâyede bir bütünlük de yakalamış. Bu da kitaba ayrı bir hava katmış. İlk hikâyede, başkarakterin varoluşsal sancılar çekerken hissettiği duyguları yudumlamaya başlıyoruz, başlıyoruz çünkü bu başlangıç bitmiyor, diğer hikâyelerde de bizimle beraber oluyor. Bu sancılar öyle hisli anlatılıyor ki, kendinizden bir şeyler bulmamanız zor. Başkarakter bir oğlunun olmasını istiyor, sonra oluyor da. Oğlunun eğitimine kendini adayan, kendini hiçbir yere ait hissedemeyen, boşlukta bir yer edinmiş bir babanın içinden geçenleri, hayatla hesaplaşmalarını okuyoruz ilk iki hikâyede. Üçüncü hikâyede, bu sefer bizi oğlu Sadullah karşılıyor. Babasına duygu dünyası bakımından benzemiyor Sadullah. Sanki o, duygu dünyasına ait değilmiş gibi hissediyor kendini. Her şeyi olağan karşılıyor, kabul ediyor. İkinci hikayede, babası oğlundan söz ederken, üçüncü hikâyede ise, Sadullah, babasından söz ediyor. Birbirlerinden söz ettikçe de onların farklılığına tanık oluyoruz. Hatta bu farklılığa dair bir alıntıyı da eklemek isterim:
“Babamın yaşına ben de geldim, gezdiği ülkeleri ben de gezdim ama onun gördüğünü ve baktığını ve o hep sözünü ettiği pas izini göremedim. Ve babamın bana bazen de uzay gemisini görmüş de kimseyi inandıramamış bir meczup gibi kendi gördüğü ile kendi sırlanmış hali bana muammalı bir tuhaflıktan öte gelemedi. Aramızdaki dağ da sanırım buydu.”


     İşte bu alıntıyla onların ruh dünyasının birbirinden ne kadar farklı olduğunu anlıyoruz. Şule Gürbüz, bu iki farklı insanın ruh dünyasını ne güzel tasvir etmiş demeden de duramadım. Son hikâye ise, bu üç hikayeden daha bağımsız. Oldukça da mizahi, okurken eğlendiren tarzda. Hani yazar sanki şöyle demiş kitabı sunarken okura, “Ee, bu kadar ruhsal sancılara şahit oldunuz, birazda mizahla tatlanın, o acılık yerini mayhoş bir tada bıraksın.” Sanki aynı böyle düşünmüş gibi. Bu yüzden de kitabı hem keyifli hem de buruk bir tebessümle sonlandırıyorsunuz. 


    Benim için oldukça farklı ve keyifli olan bu okuma serüvenini sizlerin de okumasını ve Şule Gürbüz’ün yaratıcı dünyasıyla tanışmasını diliyor ve kitaptan bir alıntıyla incelememi sonlandırıyorum:


“Yaşıyor olmak böyle çepçevre şimdide ve hele geçmişten üzerimize düşenlerle hevenk hevenk bir müddet kendi çağına asılı kalmaktır.” 

  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
bottom of page