Diğdem ŞENYÜCEL
BOHEMIAN RHAPSODY
15.12.2020
Yönetmenliğini Bryan Singer’ın yaptığı, başrollerini Rami Malek, Gwilym Lee, Lucy Boynton, Ben Hardy ve Joseph Mazzello’nun paylaştığı Bohemian Rhapsody, Queen grubunun efsanevi solisti Freddie Mercury’nin hayat hikâyesini anlatıyor.
Gerçek ismi Farrokh Bulsara olan Freddie Mercury, 5 Eylül 1946’da, o zamanlar İngiliz sömürgesi olan Zanzibar’da (bugünkü Tanzanya’da) doğdu ve İran'a Müslümanlık geldiği zaman Hindistan'a göç eden Zerdüştlerin soyundan gelmektedir. Bu bilgileri filmde görmek mümkün ancak, Freddie’nin çocuk yaşta Hindistan’da piyano eğitimi almaya başladığını, ortaokul yıllarında The Hectics adında bir grup kurduğunu ve ailesinin inancı olan Zerdüştlük geleneği ile gömüldüğünü göremiyoruz. Zaten film Freddie’nin hastalığı ve ölümü ile ilgilenmiyor. Filmin asıl ilgilendiği, yalnız ve sıra dışı bir adamın şöhret olma yolunda neler yaşadığı ve Queen’in unutulmaz şarkılarının ne şekilde, hangi şartlarda can bulduğudur.
Seyir sırasında sizi en çok keyiflendirense, bu şarkıların ortaya çıkış maceralarını öğrenirken bir yandan da Freddie’nin muhteşem sahne performansını izlemek. Özellikle yirmi dakika boyunca Live Aid konserine kilitlenip kalıyorsunuz ve film sizi bu konsere o kadar başarılı bir şekilde hazırlıyor ki, o an kelimelerle tarif edilemeyecek bir yeniden doğuşa şahit oluyorsunuz; kendinizi gerçekten orada hissediyor ve zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Karşınızda Freddie Mercury’nin olduğuna bu denli inanmanızı sağlayan en büyük unsur ise tabii ki Rami Malek’in kusursuz oyunculuğunun yanı sıra şarkıları seslendiren Kanadalı müzisyen Marc Martel’in performansı oluyor. Marc Martel, Freddie Mercury‘e çok benzeyen sesiyle zaten uzun süredir geniş bir kitle tarafından takip ediliyor. Bu kadar başarılı bir oyuncu ve sesi tıpa tıp Freddie Mercury’e benzeyen müzisyen sayesinde daha ilk dakikalarda filmin içine çok rahat bir şekilde giriyorsunuz.
Aile ilişkisine çok değinilmemesi filmin eksi yönlerinden diyebiliriz. Filmde Freddie’nin gerçek kimliğinden utandığını görüyoruz ama bu konu üzerinde durulmuyor. Babası ile ilişkisinin çatışmalı olduğunu görüyoruz ama bu çatışmanın nedenlerini izlemiyoruz. Dolayısıyla, biz sadece tahminlerde bulunuyor ve aslında bu efsane ismi yeterince iyi tanıyamıyoruz. Freddie Mercury’nin bohem hayatını toplum normlarına göre işlemesi ve “doğru aslında insanın özündedir, geldiği yerdedir” gibi geleneksel bir bakış açısı yansıtması bana göre filmin hoş olmayan yönleri. Üstelik geçmişi şöyle bir taradığınızda onun bohem hayatının da sansürlendiğini görüyorsunuz. Öte yandan, kolaya kaçıp seyirciyi hastalık ve ölüm ajitasyonu ile etkilemeye çalışmaması filmin artı yönlerinden. Bütün bunlara rağmen, Bohemian Rhapsody, içinde barındırdığı hikâyeyi çok başarılı bir şekilde anlatmış.
Filmde bir başarı öyküsü izliyor, Freddie’nin şöhret olmasını sağlayan parlak yönlerine şahit olup azmi ve kararlılığından fazlasıyla etkileniyorsunuz. Onun yıldız ışığından gözleriniz kamaşırken bir yandan da karşınızda, kötü niyetli insanların etkisine kapılabilecek, sahip olduğu şöhretle sarhoş olabilecek kadar sıradan birini görüyorsunuz; ama Freddie Mercury’nin bir efsane olduğu filmi izlerken aklınızdan hiç çıkmıyor.