28.08.2020
BİR FELAKETİ ANLAMAK
BİR YAŞAMI ANLAMAKTIR
Salgınlar dünya kurulduğundan beri insanlığın başına her daim musallat olmuştur. Ama bu olgu 21. yüzyıl insanı için sadece tarihî bir kesitten ibarettir. Ya da dizilerde, filmlerde ve kitaplarda işlenen ilgi çekici ve son derece popüler olan bir konudur. Peki ya bugün içinde bulunduğumuz durum, tüm dünyayı etkisi altına alan salgın? İşte bu hiç kimsenin düşünmediği ve düşünemediği bir şeydir. Nitekim bu kadar ciddi bir boyutta gerçekleşeceği düşünülemediği için ve bu denli ciddi bir boyutta ilerleme göstereceği kabullenilemediği için dünya tüm bu süreçleri bu kadar yoğun yaşamıştır ve ağır kayıplar verilmiştir. İnsanlık hiç olmadığı kadar gafil avlanmıştır. Şok hâlâ atlatılamamıştır.
Kendi benliğimizde veya yaşamımızda yer alan herhangi bir sorunu çözümlemek için ilk adım kabuldür. İnsanlar başına nahoş bir olay geldiğinde genelde inkâr mekanizmasını işleme koyar. “Bu neden benim başıma geldi?”, “Bu benim başıma gelmiş olamaz!” en sık duyduğumuz kabullenememe ve inkar etme cümlelerindendir. Kabullenmek demek acıyı çekmeye gönüllü olmak demektir. Kabullenmek zordur, ağırdır ve meşakkatlidir. Acıyı inkar etmek, acıdan kaçınmak ise daha kolaydır ve son derece sık rastlanan insanî bir eğilimdir. Ama maalesef acı ile kaçarak baş edemeyiz. Ayrıca bu kaçınma durumu bazı ruhsal problemlere neden olabilir ve bazen bizi tehlikeli durumlarla karşı karşıya getirebilir. Yaşadığımız pandemi süreci değerlendirildiğinde ilk izlenimimiz insanların ve devletlerin inkâr mekanizmasını işletmiş olduklarıdır. Çünkü içinde yaşadığımız modern dünya sisteminin her sorunu çözecek güçte olduğuna inanılır. Modernitenin getirdiği bazı sorunsallar vardır elbette ki, bunlar konuşulmakta ve tartışılmaktadır ama bunların içinde asla bir virüse yenik düşmek düşünülmez. Düşünülememiştir. İnsanlık modern dünyanın bu kadar aciz olabildiğine inanmak istememiştir.
Bugün insanlık kaygı ve korku duyguları ile baş başadır. Unutulmaması gerekir ki kaygı ve korku en az virüs kadar bulaşıcıdır. İçinde bulunduğumuz durumda kaygıyı ve korkuyu yok etmeyi çalışmamız beyhude bir çabadır. Hedefimiz bu olmamalıdır. Hedefimiz kaygılarımız ve korkularımızı da yanımıza alarak yaşamımızı sürdürmeye çalışmak olmalıdır. Onların bize bu süreçte eşlik edeceklerini “kabullenmeliyiz”. Onlar bizim düşmanımız değil, onları düşman gördükçe ve direndikçe üzerimizdeki güçlerini arttıracaklardır. Geldiklerine göre bir nedenleri var, ya bizi korumaya çalışıyorlar ya bize kaçırdığımız bazı şeyleri göstermeye çalışıyorlar ya da silkelemeye çalışıyorlar bizi veya hak ettiği değeri veremediğimiz şeyleri anlamamıza yardımcı oluyorlar. Belki de diyorlar ki şu ana kadar hayatını yanlış yaşadın başka türlüsü de var. Kulak verelim onlara, mesajlarla geldiler. Bize yeni şeyler öğretmek için buradalar. Bizi geliştirmek ve iyileştirmek için buradalar. Onlar öcü değil. Bugün acı veriyorlar ama biz başka türlü nasıl güçlenebiliriz ki?
Usta şair Şükrü Erbaş’ın unutulmaz şiiri “Ömür Hanımla Güz Konuşmalarında” söylediklerine kulak verelim; “…Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?...”
Ama işin aslı şudur ki; alışkanlıklarıyla var olan, hayatının her alanını kontrol etme çabasında olan, konformist, belirsizliğe asla tahammülü olmayan ve sabırsız modern insana göre değildir yaşanmakta olanlar. Düzeni bozulmuştur. Rahatı bozulmuştur. Yaşamında sağladığı muazzam kontrolünü yitirmiştir. Özgürlüğü kısıtlanmıştır. Sabır göstermek zorundadır. Beklemek zorundadır. Belirsizliğe kendini bırakmak zorundadır. Herkesle eşit hale gelmek zorundandır. İşte bu büyük bir dramdır. Bu en büyük kabustur. En büyük kabusu yaşamaktadır modern insan, lüks konforlu evlerinde kaygı içinde beklemektedir. Halbuki o her istediği anda her istediğini yapmaya muktedirdi. Şimdi evinden bile çıkamamaktadır. İnsan kendini hiç olmadığı kadar aciz hissetmiştir. İnsanlık “acze düşmek” duygusuyla tanışmıştır. Dünyanın en güçlü ülkeleri, süper güçleri acze düşmüştür. Halbuki insanın doğasında vardır her daim güçlü ve yeterli olma isteği. Bugün bu istek hiç olmadığı kadar büyük bir hasar almıştır.
Artık “normalleşme” sürecindeyiz. İnsanların virüsle ilgili bilgileri biraz daha artmıştır, virüs eski direncini yitirmiştir (bazı uzmanlara göre), karantina büyük ölçüde kalkmıştır. Her şeyden önemlisi artık insan evladı başına geleni yavaş yavaş da olsa kabullenmeye başlamıştır. Yeni yaşam şekline kısmen de olsa insanlar alışmaya başlamıştır. Ama hâlâ dünya uzun zamandır yapılan onca araştırmaya rağmen virüs hakkında çok sayıda bilgiye ulaşamamıştır, salgını önleyememiştir. Tehlike sona ermemiştir, ki bazı teorisyenlere göre güçlü bir olasılıkla ikinci bir dalga beklenmektedir. Bu durumda insanlığın alması gereken mesajlardan biri sanılanın aksine içinde yaşadığımız modern dünya sisteminin birçok sorunu çözecek güçte olmadığı, diğeri ise insanlığın her alanında belirsizliğin kabaullenilmesidir. İnsan bunu kabullenmeden doğru bir yaşam süremez.
İnsan evladı “gerçekliği” yansıtan bu önemli mesajları doğru bir şekilde okumalı, görmezden gelmemeli ve içselleştirmelidir. Ama insan evladının acı veren gerçeklere karşı duruşu inkârdır, yok saymaktır ve kaçmaktır. Rahatsız edici haberlerden kaçan, gerçekleri duymayı reddeden, kendi dünyasında kurduğu gerçeklere inanmayı tercih eden, kendini ve sevdiklerini pamuklara saran, konfor alanından çıkamayan ve “iyi hissetmek” ile kafayı bozan modern insanın artık kendi türünün “hakikatiyle” tanışmasının vakti gelmiş, hatta geçmektedir. İnsan bu acı verici gerçeklerle barış içinde yaşamayı öğrenmelidir. İnsan olabilmek, insan gibi hissedebilmek, kendini ve ötekini anlayabilmek ve yaşamı sürdürebilmek için yegane yol budur! Aksi takdirde insanın kendine ve ötekine olan yabancılaşması bitmeyecektir. Varoluşsal krizleri sona ermeyecektir. Belki başımıza gelen bu felaket doğru yaşamamız için bize iyi bir yol gösterici olacaktır.
Bazen bir felaketi anlamak bir yaşamı anlamaktır!