top of page
Hande Koçak

Hande KOÇAK

27.04.2021

BEDEN ASLA YALAN SÖYLEMEZ

Point%20Blur_Apr042021_130534_edited.jpg
  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle

     Geçirdiğimiz hastalıklar, farkında olmadan içimize attıklarımız ya da bile isteye bastırdığımız, üzerini örttüğümüz durumlar öylesine oluşmamıştır. Çocukken yediğimiz bir tokadın bile izini hayatımız boyunca taşırız. Aile içinde ruhsal, fiziksel istismarın bedelini ileride öderiz. Peki hayat boyu bunu ödemek zorunda mıyız? İstersek, hayır. Eğer kişi istismara uğradığını fark eder, kendi sınırlarını oluşturmaya başlarsa bu istismarları sağlıklı bir şekilde atlatma şansına sahip olur. İşte Miller, Beden Asla Yalan Söylemez adlı kitabında ebeveynleri tarafından istismara uğrayan insanların yaşadıklarını, yaşayacaklarını anlatıyor. Ve bunu gerçek hayattan örnekler vererek yapıyor. Mesela aynı zamanda bir psikolog olduğu için kendi hastalarından da istismara uğramış insanlara yer veriyor kitabında. Hatta daha da ileri gidip usta yazarların yaşadığı istismarları da gözler önüne seriyor. Örneğin; Virginia Woolf, Arthur Rimbaud, Yukio Mişima, Marcel Proust…  Özellikle en etkilendiğim kısım da burası oldu. Yani  Miller;  yazarların yaşadığı istismarları o kadar şeffaf, o kadar özenle ele almış ki gözlem yeteneğine hayran kaldım. Marcel Proust, annesi tarafından aşırı derecede bağlanmanın pençesine düşmüş. Yani sevgiden daha çok hastalıklı bir şeymiş aralarındaki bağ. Rimbaud hayatı boyunca ilgiye, sevgiye aç yaşamış. Hatta bunu şiirlerinde gözlemleyebiliriz. Çünkü annesi; çocuklarının üstünde hakimiyet kurmayı, katı bir muamele göstererek onları etkilemeyi anne sevgisi olarak görürmüş. Ve Rimbaud hiçbir sevgi görmemesinin sonucunda, bir şekilde suçlu hissetmesi gerektiğine inanmış. Daha birçok yazar, sanatçı ailesinin çocukken kendisine gösterdiği hastalıklı davranışları fark edemediği için bu olumsuzluklardan kurtulamamış ve bunları da eserlerine yansıtmıştır. Dediğim gibi çok çok etkilendiğim bir kısımdı yazarların ailesiyle olan ilişkileri. Kim bilir daha hangi isimler ne tür acılar çekmiştir…   

Alice-Miller_9899_1417633306.jpg
Point%20Blur_Apr042021_130534_edited.jpg

     Kitap en çok da şu öğretiye başkaldırmak için yazılmış: “Ne olursa olsun, nasıl bir aileye sahip olursan ol; ailene bir ömür saygı göstermelisin!” Yani ister baskı altında ol ister hastalıklı derecede bir ilginin hapsine düş, onlar senin ailen. Onlarla arana mesafe koyamazsın, onları bir şekilde affetmen gerekir. İşte Beden Asla Yalan Söylemez, bu inanca karşı çıkıyor. Diyor ki, ailenin senin üzerinde kullandığı yanlış gücü fark edemezsen bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödeyebilirsin. Ama fark edersen, bu güce karşı gelirsen o olumsuzlukları bedeninden atar; sağlıklı bir insan olma yolunda yeni hayatına başlamış olursun.

 

       Kitapta yanlış muameleye maruz kalan ama aynı zamanda bunu fark edip hastalığından kurtulan birçok insanın hikâyesine yer verilmiş. Bunlardan en etkilendiğimi aktarmak isterim. Andreas adında bir hasta var. Bu adam evli, çocuk sahibi biri. Ve uzun bir süre aşırı kilolarından kurtulmaya çalışmış. Diyetler uygulamış, yeme isteğinin önüne geçmeye çalışmış ama bir türlü bunu başaramamış. Sonunda derdine psikolojik anlamda çare aramaya karar vermiş ve yardım almaya başlamış. Andreas’ın ebeveynleriyle olan ilişkisinin hiç sağlıklı olmadığı ortaya çıkmış. Oturduğu ev ailesinin üzerineymiş ve o da onlara kirasını düzenli olarak ödüyormuş. Ailesi sürekli olarak haber vermeden Andreas’ın evine geliyor ve Andreas bundan rahatsızlık duyuyormuş. Ailesine defalarca “gelmeden önce bana haber verin” demesine rağmen ailesi onu önemsemiyor, evine gelip duruyorlarmış. Aslında duruma ilk baktığımızda şöyle düşünebiliriz: Ailesinden neden rahatsız olsun ki? Eğer o aile, çocuğunun yetişkin bir birey olduğu halde çocuk üstünde bir güç kullanmaya devam ediyorsa orada ciddi bir sorun var demektir. İşte Andreas da aynı durumdan şikayetçi aslında. Ailesinin onu kullandığını hissediyor, bundan rahatsızlık duyuyor ama buna o kadar alışmış ki, fark edip önüne geçemiyor. Doktoru ona şunu soruyor: “Peki, hiç kendi istediğin uygun bir eve çıkıp oranın kirasını ödemeyi düşündün mü?” Andreas böyle bir seçeneğinin olduğunu daha önce hiç düşünmediğini söylüyor. Çünkü sağlıklı bir zihinde değil. Ailesine karşı hep itaatkâr bir tutum takınmış. Bu seçenek karşısında sadece şaşırıyor. Sonra kendi evine çıktığında ailesinin ona karşı olan tavrının değiştiğini fark ediyor. Ailesi onun kendi himayesinden kurtulmasına olumsuz bir tepki veriyor ve onun kötü anlamda değiştiğini söylüyor. İşte Andreas aslında o zaman bir birey olmaya başlıyor. Ailesinin kendisini kullanmasına izin vermediği zaman. Onlarla arasına mesafe koyduğunda fazla kilolarından da kurtulmaya başlıyor. Bu gerçek hikâyede anlıyoruz ki, sağlıklı bir zihne sahip olmadan fiziksel anlamda da iyileşemeyiz. Beden her türlü istismarın bedelini bir şekilde öder. 


       Beden Asla Yalan Söylemez adlı bu kitap, bakış açımı büyük ölçüde değiştirmeme yardımcı oldu. Affetmenin her zaman için sağlıklı bir çözüm olmadığının farkına vardım. Çünkü bazı insanlar kendini değiştirmez hatta seni değiştirmeye çalışır. İşte bu noktada sen hastalıklı bir bedene ve zihne sahip olmaya başlarsın. Bunun önüne geçmek, istismara uğradığını fark etmek çok zor olsa da imkânsız değil. Kitap belki ağır gelecek ama birçok konuda da yardımcı olacağına eminim.

  • Instagram - Black Circle
  • Twitter - Black Circle
  • YouTube - Black Circle
  • Facebook - Black Circle
bottom of page