Raziye ALKAYA
09.01.2021
ALGERNON’A ÇİÇEKLER
Sizin hayatınızda ters giden bir şeyler oldu mu hiç? Hayat çarkınızın dişlileri birbirine sarılıp dört nala ilerlemesi gerekirken aksi gibi geri sardığı ve hatta dişlilerin birbirine düşman kesilip birbirini dişlediği, hırpaladığı, birbirlerinin boyunlarına yapışıp katiliniz olduğu, elinizde çarkınızla kösülüp kaldığınız, hayatınızın tepetaklak oluşunu hiç dehşet içinde izlediniz mi? İzlemediniz mi? O zaman ya samimi değilsiniz ya da yaşamıyorsunuz. Ben akıp giden hayatımın o sabahının uğursuz, soğuk, sevimsiz mekanik saatin bet sesiyle değişeceğini hiç tahmin etmezdim. O sabah o çalar saat çalmayıverseydi. Çaldı.
İnsan; tanıdığını sandığı ama tanıyamamış olduğu insanlara, meymenetsiz günlere, eskisi gibi ısıtmayan güneşe, kuru ayaza, yorgun bakışlı gri zamanlara, kara kedilere, uğursuz çalar saatlere bulaşabiliyor. Ta magmaya kadar gömülüyorsun.
O gün çalar saatin çalmasıyla kıvılcımı çakması bir oldu. On yıllık kâbus dolu yeni hayatım bana göz kırptı sinsice. O gün hata yaptım; kendime, ruhuma, benliğime yaptığım en büyük yanlışı yaptım. Çünkü ben âdemoğluyum. Beşerim, şaştım. On yıllık süreçte sık sık karşımdaki insanlara söylediğim bir sloganım oldu: “Ben bir insanım. İnsanlar hata yapar. İnsandır, doğaldır.” Renkler yok oldu. Grileşen insan güruhu duymadı. Ve insanlar değişti. Hatta kaçıştı. Çok sevdiğim dostlarım, uğruna dünyayı yakacaklarım benim dünyamın yıkıldığını gördüklerinde ikişer beşer onlar da tekme attı. Küçüldüm, nefessiz kaldım. Kendimi cam kavanozun içinde tek başıma panikle debelenirken buldum. Her defasında bir fare gibi kayıp magmaya düştüm. Bu bir insan için ne kadar zor. Unutulmuştum. Kaderim çılgın bir rüzgâr olmuş merkezkaç kuvvetiyle beni hayallerimden alıp savurmuş ve evirip çevirerek çiğnenmiş bir sakız gibi tükürüvermişti karanlığa. Dile kolay on yıl o karanlıkta yaşadım. Beynimde ne idamlar ne infazlar ne kıyımlar ne filmler çevirdim. Ne var ne yoksa ateşe verdim hepsini kallavi küfürler eşliğinde. Hayatımın çarkına da…
Sonra bir şey oldu; duruldum, sakinleştim, kabullendim, düşündüm ve inandım. Çünkü ben âdemoğluyum. Beşer isek şaşarsak vardır elbet bir başka yolu. İlkin kendimi affettim. Önüme takkemi eğdim, kurtuluş yolumu yazdım. Bu, yapılacaklar listemdi. Bir labirentin içinde duvarlara çarpa çarpa çıkış yolumu aradım. Miyop bir fare gibiydim. İnsan isterse bir değil, birkaç yol açılıyor. Ve gerçekten ister, didinir ve inanırsa hayat insana saygı duyuyor. Ceketinin düğmelerini ilikleyip buyur ediyor, yoluna kırmızı halılar sermese de eskisi gibi düşüp kalkmıyorsun. Keşfederek ilerliyorsun. Bütün bildiğini sandıklarını emekleyen bir bebek gibi en baştan açımlıyorsun. Eksiklerini görüp kapatıyorsun. Fazlalıklarından arınıyorsun. Kendine ışığı sen yaratıyorsun, bir başkası değil. Ve mucizeler oluyor. Bir hatadan onlarca muhteşem doğru ve muhteşem bir hayat yaratıyorsun. Çünkü “ben bir insanım, insanız.”
Velhasıl değişiyorsun. Bakış açın, hayata kattığın anlam, inançların, değerlerin yeniden şekilleniyor. Onlarca insanın üstünden tepinip geçtiği ezilen yüreğin çiçekleniyor yeniden. Dünya yeniden doğuyor, çalar saat yeniden çalıyor. Sen yeniden güne merhabayla başlıyorsun. Sevgiyle. Bâki kalan tek şey kalbindeki sevgi. İnsan onun da kıymetini anlıyor. Düğünlerde harmandalı oynayanlara saçtığın paralar gibi saçıp savuramıyorsun. Hayattaki en değerli duyguyu: sevgini, önüne gelen herkesle paylaşamıyorsun; çünkü çok özel. Karşıdaki kişide anlamı olmalı, verilen değerin önemini bilmeli, hissetmeli. Sevgi güçtür. Ben içimdeki bu güçle yaşadım ve kazandım. Elime bir değnek alıp etrafımda döndüm kocaman bir çember çizdim. Bu çember benim daha önce çizmediğim sınırlarımdı. Kazıya kazıya, kalın kalın, üstüne bastıra bastıra çizdim.
Kahramanımız Charlie Gordon da benim gibi, aslında herkes gibi. Hepimiz eksiğiz çünkü. Hepimiz biraz yarım biraz noksanız. Özel gereksinime ihtiyacı olan İNSANlarız. Kimimiz sevgiye kimimiz sağduyuya kimimiz ilgiye… Biz İNSANlar ancak birlikte bütünüz. Puzzle parçaları gibi. Hayat dişlilerimizi sevgiyle kenetleyip hayatı bu şekilde yaşanır kılabiliriz. Birbirimize destekle yol alabiliriz.
Charlie Gordon zekâ seviyesi düşük fakat sevgiye muhtaç, sevilmek isteyen bir genç adam. Sevginin zekâsı yoktur. Gönül bilir işi çünkü. Hissedilir. O da biliyor. Akıllı olursa sevilebileceğini, bir sürü arkadaş edinebileceğini düşünüyor. Ve bir araştırma merkezinde “denek” olarak kullanılıyor. Ameliyattan önce ve sonra Algernon adında beyaz bir fareyle yarışa tutuluyor. Bir zaman sonra Algernon’u, onunla dalga geçenleri, yavaş işleyen beynini yenmeyi başarıyor. Kendini aşıyor. Mutlu mudur? Hepsi bu kadar mıdır sizce? Okuyun derim. Okumak güçtür, sevgi de öyle.
Sevgiyle…